İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (R.A)'in Hayatı

Zühd ve Takvâları

İbnü’l-Mübârek (rh.a.) şöyle anlatır: “Kûfe’ye ilk gelişimde, “Burada zühd ve takvâ yönüyle herkesten üstün bir dereceye sahip olan kimdir?” diye sordum. Herkes beni İmâm-ı Âzam (r.a.)’a gönderdi. Değerli sohbetlerinde bulunduğum sırada sözü edilen özelliklerin izlerini defalarca gözlemledim. Hatta bir cariye almayı istediği hâlde şüpheden uzak olan cinsi öğrenmek için on seneden fazla bu işi bilenlerle istişarede bulundu. Kendisinden daha zâhid ve dindar bir kişi nasıl bulunabilir? Çünkü sınırsız mala kavuşabilmeye vesile olan makam ve mevki, defalarca kendisine sunulup teklif edildiği hâlde asla kabul etmedi. Hatta herkesin can attığı böyle makam ve mevkileri kabul etmediğinden, eziyet ve tehdidin çekilemeyecek neticelerine karşı sabır ve sebat gösterdi. Şiddetli sıkıntı içinde mesleğinden zerre kadar sapmadı.

Mekkî b. İbrâhîm, Hasan b. Sâlih, Nadr b. Muhammed ve Yezîd b. Hârûn’dan nakledilenlerden; İmâm-ı Âzam (r.a.)’in ömrünün sonuna kadar bütün şüphelerden kaçındığına dair görüş birliği olması, o asırlarda bulunan binlerce âlim arasında takvâ yönünden bir benzerinin bulunmadığına delâlet eder.

Hafs (rh.a.) der ki: “Ebû Hanîfe (r.a.)’in otuz sene sohbetinde bulunduğum hâlde içinde gizlediği şeyin aksini yaptığını asla görmedim. Kalbine gelen bir şüpheden kurtulmak için gerekirse bütün malını infak ederdi. Ortaklarından birine, ayıbını göstermek kaydıyla satış yapmasını şart koşarak gönderdiği bir elbisenin ayıbı gösterilmeyerek satılmasından dolayı kendi akçesi içine karışan otuz bin dirhemi tamamen infak etmiş, sonra da adı geçen ortakla da ortaklığı bitirmiştir.”

Vekî (rh.a.)’den rivâyet edildiğine göre, ne zaman söz sırasında ağzından doğru olarak yemin çıksa, bir dinar sadaka vermeyi adamıştı. Sehl b. Müzâhim şöyle anlatır: “Evine gittiğimizde döşeme olarak hasırdan başka bir şey görmezdik.” Bir gün “Sizin bunca aileniz, malınız mülkünüz olduğu hâlde dünyanın ne malını ne de makamını kabul ediyorsunuz.” denildiğinde, “Semâda da rızkınız ve size vaadedilen başka şeyler vardır.” âyetini okuyarak şöyle dedi: “Aileme Allah (c.c.) kâfi ve yardımcıdır. Ben nefsim için ayda iki dirhem ile yeme içme ihtiyacımı görürüm. Bu durumda onlar için mal biriktirerek gerek sâlih olsunlar gerek isyanda bulunsunlar Allah (c.c.) katında sorumlu olmayı gerektiren nedir? Herkesin rızkına Mevlâ kefil değil midir?”

Talebelerinden biri olan Hârice b. Mus‘ab hacca gittiği zaman cariyesini İmâm-ı Âzam (r.a.)’ın evinde emânet olarak bırakmıştı. Dört ay sonra döndüğünde cariyenin durumunu İmâm-ı Âzam (r.a.)’a sordu, şu cevabı aldı: “Kur’ân okuyup insanların dinini muhâfaza etmekle sorumlu bulunan kişinin her kim olursa olsun nefsine güvenmemesi ve fitneden sakınması gerekir. Sen gideli cariyenin yüzünü görmüş değilim.” Sonra cariyeden soruşturduğunda şu cevabı aldı: “Ebû Hanîfe (r.a.)’nin benzerini ne gördüm ne işittim. Gece ve gündüz gusül abdesti aldığını duymadığım gibi gündüz yiyip içtiğini de asla işitmedim. İmsak zamanından az önce bir miktar yemek yiyip bazen kısa bir an oturduğu yerde uyukladıktan sonra sabah namazını eda etmek için câmiye giderdi. Daima âdetleri bu idi.”

Bir gün kadının biri ipekten dokunmuş bir elbiseyi satmak üzere evine getirdi. Yüz dirhem karşılığında satmaya istekli bulunduğu hâlde İmâm-ı Âzam (r.a.) elbisenin daha fazla değeri olduğunu kadına anlattı. Yüzer yüzer artırarak dört yüze çıkarttı. Kadına elbisenin daha fazla değerde olduğunu söylediğinde kadın: “Yoksa siz benimle eğleniyor musunuz?” dedi. İmâm-I Âzam (r.a.): “Bana falan kişiyi çağırın” dedi. Sözü edilen kişi gelince elbiseyi beş yüz dirheme satın aldı.

İmâm-ı Âzam (r.a.)’in zühd ve takvâsına dair yazılanların sonu yoktur. Mukaddimede de aktarıldığı gibi Kûfe şehrinin koyunlarına birtakım çalıntı koyunun da karışmasından dolayı koyun cinsinin yaş süresi olan yedi sene içinde et yemeyi terk etti.

Yine ileride anlatılacağı gibi Bağdat’ta hapsedildiği zaman kimsenin yemeğinden yemeyerek bir iki gün aç kalmış sonra oğlu Hammâd’a hitaben “Oğlum! Bir defa ekmek, diğer defa da sevîk yiyerek bir ay boyunca vücut için yeterli olacak iki dirhem yiyeceğimi bana ulaştır.” diye haber göndermiştir.

Şâfiî imamlarının büyüklerinden İmâm Ebü’l-Kâsım el-Kuşeyrî (rh.a.), sofî büyükleri hakkında bilgi veren değerli kitaplar arasında sayılan er-Risâle adındaki kıymetli eserinin takvâ bölümünde şöyle der: “Ebû Hanîfe (r.a.), kendisine borçlu bulunan kişinin ağacının gölgesinde oturmayıp, “Cüzî bir menfaat elde etmeye sebep olan borç dahi ribâdan sayılır.” derdi.”

İbn Hârûn (rh.a.)’in sözü de bunu teyit eder. O da şöyle söylemiştir: “Bir gün Ebû Hanîfe (r.a.)’yi bir kişinin kapısı önünde, güneş isabet eden bir yerde otururken gördüğümde selam verdim ve gölgede  oturmamasının sebebini öğrenmek istediğimde bana şöyle dedi: “Bu evin sahibinden bir miktar alacağım var. Onun için duvarının gölgesinden faydalanmak istemiyorum. Çünkü bu, menfaat cinsinden olup borcu ribâya dönüştürür. Doğrusu herkesin hakkında bu derece ihtiyatla amel etmesini gerekli görmüyorum. Fakat âlimlerin halkı davet ettikleri güzel amellere, kendilerinin daha fazla özen göstermeleri ve daima azimeti gözetmeleri gerekir” dedi.” İmâm-ı Âzam (r.a.)’le ilgili bu çeşit hikâye pek çoktur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu