İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (R.A)'in Hayatı

 Zehebî (rh.a.)’in İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’e Övgüsü

Hadîs  ricâlini  tenkîd  noktasında  büyük  bir  otori- te olan (ehlü’l-istikrâ) Zehebî’nin söylemiş olduğu en doğru sözlerden birisi, Siyer-u a‘lamî’n-nübelâ isimli eserinde Irak’ın fakihi Allâme İmâm Hammad b. Ebû Süleyman’ın hayat hikâyesini aktarırken kullanmış olduğu şu ifâdelerdir:

“Kûfelilerin en fakihi Hz. Alî (r.a.) ve İbn Mes‘ûd (r.a.)’dir.  Bu  iki  sahâbenin  en  fakih  öğrencileri  Alka- me, Alkame’nin en fakih öğrencisi İbrâhîm en-Nehaî, Nehâî’nin  en  fakih  öğrencisi  Hammad,  Hammad’ın en fakih öğrencisi ise Ebû Hanîfe (r.a.)’dir. Ebû Hanîfe (r.a.)’in en fakih öğrencisi Ebû Yusuf ’tur. Ebû Yusuf ’un öğrencileri, dünyanın dört bir tarafına yayılmışlardır. Bunların en fakihi, Muhammed b. el-Hasen’dir. İmâm Muhammed’in  en  fakih  öğrencisi  ise  Ebû  Abdullah eş-Şâfiî’dir. Allâh (c.c.) tamâmına rahmet eylesin.”

Zehebî aynı eserinin bir başka yerinde İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in hayatını anlatırken şu ifâdeleri kul- lanmaktadır: “İmâm, dînin fakihi ve Irak’ın âlimi Ebû Hanîfe (r.a.), Hadîs ilmine önem verdi. Bu uğurda yol- culuklar yaptı. Fıkıh, rey ve reyin kapalı noktalarını tetkik etmede zirvedir. Bu konuda bütün insanlar ona minnet borçludur.

Zehebî, aynı eserinin bir başka yerinde Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında “Fıkıhta ve fıkhın inceliklerinde önde gelen bir âlim olduğu herkesçe kabûl edilen bir gerçek- tir. Bu noktada hiçbir kuşkuya yer yoktur” demektedir.

Şair ne güzel söyler!

Muhtaç olursa gündüz bile delile!

‘Sağlam bir şey yok zihinde’ bu takdirde!

Zehebî, İmâm-ı Şâfiî’nin “İlim, üç âlim arasında döner durur. Bunlar, Mâlik, Leys ve İbn Uyeyne’dir.”

şeklindeki sözünü naklettikten sonra İmâm-ı Mâlik’in hayatını anlatırken “Benim kanaatime göre ise tam tersine ilim, Evzâî, Sevrî, Ma‘mer, Ebû Hanîfe (r.a.), Şu‘be, Hammad b. Seleme ve Hammad b. Zeyd, olmak üzere yedi kişi arasında dönüp dolaşır” der.Zehebî, yine İmâm-ı Mâlik’in hayat hikâyesini anlattığı bölümde İmâm Ebû Yusuf ’un: “Ben Ebû Hanîfe (r.a.), İmâm-ı Mâlik ve İbn Ebû Leylâ (r.a.e.)’den daha bilgin olanını görmedim” dediğini nakleder.Zehebî, İmâm-ı Mâlik (r.a.) ve İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in ilmini mukâyese noktasında İmâm-ı Şâfiî (r.a.) ve İmâm-ı Muhammed’e nispet edilen hâdiseyi şöyle anlatır:

“İbn-i Abdülhakem’in nakline göre İmâm-ı Şâfiî (r.a.) şöyle anlatmıştır: Bir gün İmâm-ı Muhammed, bana‘Bizim üstâdımız Ebû Hanîfe (r.a.) mi, yoksa sizin üstâdınız Mâlik (r.a.) mi daha bilgindir?’ diye bir soru sordu. Ben kendisine ‘İnsafı elden bırakmadan mı cevâb vereyim?’ dedim.  İmâm-ı Muhammed, ‘evet öyle’ deyince ‘Allah (c.c.) aşkına bana söyler misin Kur’ân’ı en iyi bilen kimdir?’ diye sordum. İmâm-ı Muhammed, ‘Sizin üstadınız Mâlik’tir’ dedi. Ben ‘Sünneti en iyi bilen kimdir?’ deyince İmâm-ı Muhammed, ‘Sizin üstâdınızdır’ diye cevâb verdi. Ben, ‘Sahabe ve mütekaddimûn bilginlerinin sözlerini en iyi kim bilir?’ diye sorunca İmâm-ı Muhammed, ‘Sizin üstadınız’ dedi. Ben, ‘Geriye sadece kıyas kaldı, kıyas da ancak bu saydığımız delillerin üzerine yapılır. Kıyas yapacağı esâsları bilmeyen kimse neyin üzerine kıyas yapacak?’ diye cevâp verdim.”

İmâm-ı Şâfiî (r.a.) bu konuşmayı aktardıktan sonra şöyle devam eder:

“Ben  sözüme  şöyle  devam  ettim:  Birisi  çıkıp  da ‘Kur’ân’ı bilme açısından bu iki âlim birbirine eşittir ve Ebû Hanîfe (r.a.), kıyası daha iyi bilirken, İmâm-ı Mâ- lik (r.a.) sünneti daha iyi bilir. Onun birçok sahâbenin görüşlerinden elde ettiği geniş bir bilgisi vardır. Ebû Hanîfe (r.a.) de Hz. Alî (r.a.)’in, İbn-i Mes‘ûd (r.a.)’in ve Kûfe’de bulunan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahâbe- lerinden bir grubun sözlerini daha iyi bilir. Allâh (c.c.) bu iki imâmın ikisinden de râzı olsun. Biz hiçbir kimsenin insâfla konuşamayacağı bir zamana kaldık. Allâh (c.c.) sonumuzu hayreylesin!’ dese insâflı konuşmuş olur.”

Zehebî (rh.a.), İmâm-ı Mâlik (r.a.)’in hayat hikâyesini anlatırken onu şöyle tanıtır:

“Rehber kabûl edilip arkalarından gidilmesi gere- kenler, -nakledilen görüşün kendilerine âidiyyetinin sahîh olması şartıyla- sahâbelerdir. Ardından Alkame, Mesrûk, Âbide es-Selmânî, Sa‘îd b. el-Müseyyeb, Ebu’ş-Şa‘sâ, Sa‘îd b. Cübeyr, Ubeydullah b. Abdullah, Urve, el-Kâsım, Şa‘bî, Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn ve İbrâhîm en-Nehâî (rh.a.e.) gibi tabiîn imâmları gelir. Sonra Zührî, Ebü’z-Zinâd, Eyyûb es-Sahtiyânî, Rabîa (rh.a.e.) ve onların tabakaları gelir.

Bunları  takiben  İmâm-ı  Âzam  Ebû  Hanîfe  (r.a.), İmâm-ı Mâlik, Evzâî, İbn Cureyc, Ma‘mer, İbn Ebû Arû- be, Süfyân es-Sevrî, Hammad b. Seleme ve Hammad b. Zeyd, Şu‘be, Leys, İbn Macişûn ve İbn Ebû Zi’b (rh.a.e.) gelir.

Bunların ardından İbnü’l-Mübârek, Müslim ez-Zen- cî, Kadı Ebû Yusuf, el-Hıkl b. Ziyâd, Vekî’, el-Velîd b. Müslim (rh.a.e.) ve aynı tabakadan diğer âlimler gelir.

Bunların  ardından  da  İmâm-ı  Şâfiî,  Ebû  Ubeyd, İmâm Ahmed b. Hanbel, İshâk, Ebû Sevr, el-Buveytî ve Ebû Bekr b. Ebû Şeybe (rh.a.e.) gelir.

Bundan sonra Müzenî, Ebû Bekir b. Eslem, Buhârî, Dâvûd b. Alî, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, İbrâhîm el-Harbî ve İsmâîl el-Kâdî (rh.a.e.) gelir.

Daha sonra Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Ebû Bekir b. Huzeyme, Ebû Abbâs b. Süreyc, Ebû Bekr b. el-Mün- zir, Ebû Ca‘fer et-Tahâvî ve Ebû Bekir el-Hallâl (rh.a.e.) gelmektedir.

Zikri geçen bu âlimler döneminden sonra ictihâd faaliyeti gerilemeye ve muhtasar eserler verilmeye baş- lamıştır. Fukahâ; rastgele, keyfî bir biçimde, ta‘zîm duy- gularıyla hareket edip örf-âdet ve yaşanılan belde esas alınmak suretiyle en bilgin olanı araştırmaksızın taklî- de yönelmişlerdir. Bugün İslâm âleminin batısındaki bir öğrenci, Ebû Hanîfe (r.a.) mezhebine girmek istese bu kendisine zor gelir. Aynı şekilde Buhârâ ve Semer- kand’daki birisi de Ahmed b. Hanbel (r.a.) mezhebine girse bu da ona zor gelir. Bu beldelerden Hanbelî, Mağ- ribden Hanefî, Hind diyarından da Mâlikî çıkmaz.”

Zehebî, Yahyâ b. Âdem’in hayat hikâyesini anlatma- ya başlamadan önce Mahmûd b. Gaylan vâsıtasıyla Ebû Üsâme’nin “Hz. Ömer (r.a.), kendi zamanında ilimleri kendi nefsinde toplayan önde gelen bir âlimdi. Ondan sonra kendi zamanında ilimde önder, İbn Abbâs (r.a.) olmuştur. İbn Abbâs (r.a.)’dan sonra kendi zamanında Şa‘bî, Şa‘bî’den sonra Süfyân es-Sevrî, Sevrî’den sonra ise Yahyâ b. Âdem (rh.a.e.) gelir’ şeklindeki ifâdesini ak- tardıktan sonra şöyle devam eder:

“Benim kanaatime göre Yahyâ b. Âdem, müctehîd âlimlerin önde gelenlerinden birisiydi. Hz. Ömer (r.a.), -Ebû Üsâme’nin de dediği gibi- kendi zamanında en önde gelen bir âlimdi. Sonra Hz. Alî, İbn Mes‘ûd, Mu‘az ve Ebü’d-Derdâ (r.a.e.) gelir. Bu neslin ardından kendi zamanlarında Zeyd b. Sâbit, Hz. Âişe, Ebû Mûsâ ve Ebû Hureyre (r.a.e.) gelmektedir. Daha sonra İbn Abbâs (r.a.) ve İbn Ömer (r.a.), bunların ardından Alkame, Mesrûk, Ebû İdris ve İbnü’l-Müseyyeb gelir.

Bu   neslin   ardından   Urve,   Şa‘bî,   Hasan-ı   Basrî, İbrâhîm en-Nehâî, Mücâhid, Tavûs (r.a.e.) ve daha bir-

çok âlim gelir.  Bu tabakanın ardından Zührî, Ömer b. Abdülaziz, Katâde ve Eyyûb, bunların ardından, A‘meş, İbn-i Avn, İbn-i Cüreyc ve Ubeydullah b. Ömer (r.a.e.) gelir.

Bu tabakanın ardından Evzâî, Süfyân es-Sevrî, Ma‘mer, İmâm Ebû Hanîfe ve Şûbe (r.a.e.) gelir.

Bu tabakadan sonra Mâlik, Leys, Hammad b. Zeyd ve İbn-i Uyeyne (r.a.e.) gelir.

Daha sonra İbnü’l-Mübâarek, Yahyâ el-Kattân, Vekî’, Abdurrahman ve İbn Vehb (r.a.e.) gelir.

Bundan sonra Yahyâ b. Âdem, Affân, İmâm-ı Şâfiî (r.a.e.) ve bir grup âlim gelir.

Daha sonra Ahmed b. Hanbel, İshâk, Ebû Ubeyd, Alî b. el-Medînî ve İbn Ma‘în (r.a.e.) gelir.

Bunların ardından Ebû Muhammed ed-Dârimî, Mu- hammed b. İsmâîl el-Buhârî (rh.a.e.) ve âlim ve müctehîd olan başkaları gelmektedir.”

Zehebî, İbn Hazm’ın “Ben hakka uyarım ve ictihâd ederim. Herhangi bir mezheble bağlı kalmam” şeklin- deki sözünü aktardıktan sonra kendisini şöyle tanıtmaktadır:

“Benim kanaatimce de ictihâd mertebesine ulaşan ve bu mertebeye ulaştığına birçok âlimin şahâdet ettiği kişinin bir başkasını taklîd etmesi câiz değildir. Tıpkı fıkha yeni başlamış ve Kur’ân’ı tamâmen ya da kısmen ezberlemiş sıradan bir kimsenin ictihâd etmesinin asla câiz olmadığı gibi. Böyle bir kimse nasıl ictihâd edebilir ki! Bu durumdaki bir kişi ne diyecek, görüşlerini neye bina edecek ve kanatları henüz tüylenmemişken nasıl uçacaktır?

İctihâd mertebesine ulaşanla bu ilmî seviyeye erişememiş kimselerden sonra üçüncüsü, ilmin zirvesine ulaşmış fakih, zihni dinç, anlayışlı ve muhaddis, fürû’ fıkıhta muhtasar bir eseri ezbere bilen, usûl kâidelerine dâir bir kitabı bellemiş, nahiv okumuş, Allâh (c.c.)’nun Kitâb’ını ezberlemekle ve onun tefsiri ile meşgûl olan ve güçlü bir münazaracı olmakla birlikte fedâil denilen amelleri işleyen kimselerdir.

İşte bu, sınırlı ictihâd seviyesine ulaşan ve imâm- ların delilleri üzerinde değerlendirme yapabilme me- lekesini kazanmış olan kimsenin rütbesidir. Böyle bir ilmî rütbeye erişmiş olan kimse, herhangi bir mes’elede gerçeği gördüğünde, o konuda nass (âyet ve hadîs) ol- duğunu tesbît ettiğinde, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) veya İmâm-ı Mâlik (r.a.) ya da Sevrî (rh.a.) veya Evzaî (rh.a.) ya da İmâm-ı Şâfiî ve Ebû Ubeyd, İmâm-ı Ahmed b. Hanbel ve İshâk (r.a.e.) gibi önde gelen imâmlardan birisinin uygulaması olduğunu öğrendiğinde ona tâbi olsun, ruhsatları almasın, takvâ sâhibi olsun. Böyle bir mertebeye ermiş olan kimsenin delil mevcûd olduktan sonra o mes’elede bir başka âlimi taklîd etmesi câiz değildir.”

Zehebî (rh.a.), İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in ha- yat hikâyesini anlatırken Hatîb el-Bağdadî’nin Târîhu Bağdâd isimli eserinde Ebû Yusuf (rh.a.) vâsıtasıyla Ebû Hanîfe (r.a.)’den naklen tahsîl hayatının ilk başlarında diğer ilim dalları arasından neden fıkhı seçtiğine dair aslı ve esâsı olmayan bir kıssa aktarır ve sonra bunun uydurma ve saçma sapan bir şey olduğunu güzel bir biçimde dile getirerek şöyle der:

“İbn-i Allân’ın -yazılı olarak- el-Kindî, el-Gazzâz, Hatîb el-Badâdî, el-Hallâl, Alî b. Amr el-Harirî, Mu- hammed  b.  Ke’s  en-Nehâî,  Muhammed  b.  Mahmûd es-Saydenânî, Muhammed b. Şüca b. es-Selcî, el-Hasen b. Ebû Mâlik isnâdıyla nakline göre Ebû Yusuf (rh.a.),şöyle anlatmıştır:

“Ebû Hanîfe (r.a.) dedi ki: Ben ilim öğrenmeye karar verdiğim zaman onları seçmeye ve her birinin bana ne kazandıracağını soruşturmaya başladım. Bana ‘Kur’ân’I öğren’ denildi. ‘Kur’ân’ı ezberlediğimde netîcesi ne ola- cak?’ diye sorduğumda ‘Mescidde oturacaksın, çocuklar ve delikanlılar senin önünde diz çöküp okuyacaklar. Kısa bir süre sonra onların içinden senden daha üstün veya senin seviyende hâfızlar çıkacak ve böylece senin hocalığın sona erecek’ denildi.

Zehebî (rh.a.), şöyle devam ediyor:

“Toplumda baş olmak için ilim tahsîl edenler arasında böyle düşünenler çıkabilir ama düşünmeyenler hakkında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle bir müjdesi söz konusudur: “Sizin en fazîletliniz, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” Sübhânallâh! Mescidden daha fazîletli bir yer var mıdır? İlmi yaymak, Kur’ân öğretmeye denk olabilir mi? Vallâhi aslâ olamaz! Günâhsız küçücük çocuklardan daha hayırlı bir öğrenci zümresi olabilir mi? İsnadında güvenilir olmayan bir râvî bulunduğu için bu hikâyenin uydurma olduğunu zannediyorum.

Hikâyenin devamı şu şekildedir:

“Ebû Hanîfe (r.a.), şöyle devam ediyor: ‘Herkesten daha ileri seviyede hadîs öğrenip yazsam ve dünya ça- pında hadîs hâfızı olsam ne elde ederim?’ diye sorunca bana ‘Yaşın ilerleyip, zayıfladığında ve hatâ etmekten emîn olmaz bir duruma düşüp, bu hâlinle hadîs rivâyet etmeye kalkıştığında şu delikanlılar ve çocuklar etrafında toplanıp seni yalancılıkla ithâm edecekler ve bu, âhir ömründe sana bir leke olacak’ dediler. Bunun üzerine ‘Benim buna ihtiyâcım yok’ dedim.

Zehebî şöyle devam ediyor:

“Daha önce olduğu üzere, işte şimdi bu hikâyenin uydurma  olduğuna  kesin  olarak  kâni  oldum.  Çünkü İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.),  hadîs okumuş ve Hicrî 100 yılından itibâren buna ağırlık vermiştir. O zaman- lardır çocuklar, hadîs okumuyorlardı. “Hadîs” deyimi, Hicrî 300 yılından sonra ortaya çıkmıştır. Hadîsi, o zamanlar önde gelen büyük imâmlar okuyorlardı. Hatta fukahânın Kur’ân hâricinde hadîsten başka meşgûl oldukları ilim olmadığı gibi fıkıh kitapları da hiç tedvin edilmemişti.

Ebû Hanîfe (r.a.), şöyle devam ediyor:

Kendi kendime nahiv öğreneyim dedim. Sonra ‘Nah- vi ve Arapçayı ezberlediğimde sonunda ne olacağım?’ diye sordum. Bana ‘Hoca olup oturacaksın, kazancın iki üç dinarı geçmeyecek’ dediler. Dedim ki: Bu işin sonu yok. Sonra ‘Bütün şâirleri geride bırakacak derecede şiirde yoğunlaşsam ne elde ederim?’ diye sorunca bana ‘Birisini översin, sana şu kadar bağışta bulunur ya da şu kadar ulûfe verir. Eğer bir şey vermezse onu hicvedip, kınarsın’ dediler. Kendi kendime ‘Benim buna ihtiyâcım yok’ dedim. Sonra ‘Kelâm ilmiyle meşgûl olursam sonunda elime ne geçer?’ diye sordum. Bana ‘Kelâm ilmiyle meşgûl olan kimse, bu ilmin sebep olacağı kötü şöhretten yakasını kurtaramaz. Kendisine zındıklık iftirâsı atılır ve bunun netîcesi olarak katledilir ya da kınanmış bir kişi olarak boynunu ipten kurtarabilir’ dediler.

Zehebî (rh.a.), ‘Bu kıssayı uyduranı Allâh (c.c.) kahretsin. O vakitler kelâm ilmi diye bir ilim mi vardı?’ demektedir.

Ebû Hanîfe (r.a.), şöyle devam ediyor: ‘Fıkıh öğre- nirsem sonunda ne elde ederim?’ diye sorunca ‘Sana soru sorulur ve insanlara fetvâ verirsin. Eğer gençsen kadılık (yargı) makamına getirilirsin’ diye cevâb verdiler. ‘İlimlerin içerisinde bundan daha faydalısı yoktur’dedim ve bundan sonra fıkıh ilmine yöneldim ve onu öğrendim.”

Zehebî (rh.a.) Tezkîretu’l-huffâz isimli eserinde Süfyân es-Sevrî (rh.a.)’in hayat hikâyesini anlatırken onun “Hadîs öğrenmek, âhiret için yapılan hazırlıklardan birisi değil, fakat kişinin meşgûl olduğu bir hastalıktır” şeklindeki sözüne yorum getirirken şöyle der:

“Benim kanaatime göre de Süfyân, -Vallâhi- doğru söylemektedir. Çünkü hadîs öğrenmek başka, hadîs başkadır. Hadîs öğrenmek, hadîsin mâhiyetini öğrenmekten başka ilmî faaliyetlerin ıstılâhî bir (terim) ismi- dir. Bunların birçoğu, ilim için birer araçtır ve ekserîsi, sağlam nüshâları elde etmek, âlî isnâdları  bulmak, hocaları çoğaltmak, birtakım lâkaplarla ve övgülerle ferahlık duymak, daha çok hadîs rivâyet edebilmek ve bu konuda biricik kaynak hâline gelebilmek için uzun bir ömür dilemek ve ilâhî değil sırf nefsanî maksatlar ve daha birçok amaçlar gibi muhaddisin cân-ü gönülden istediği başka şeylerdir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadîsini öğrenme isteğin, bu saydığımız âfetlerle çepeçevre kuşatılmışsa bunlar- dan kurtulup, ne zaman ihlâsa döneceksin? Rivâyet ilmi, böylesine birtakım âfetlerle kuşatılmış olursa mantık, cedel ve insanın imanını alıp götüren ve onun yerine kuşku ve hayreti bırakan öncekilerin hikmeti açısından durumun ne şekilde olduğunu zannedersin? Hâlbûki bu ilimler, -Vallâhi- ne sahâbelerin, ne de tâbiîn bilgin- lerinin ilmi olduğu gibi Evzâî, Sevrî, İmâm-ı Mâlik, Ebû Hanîfe (r.a.), İbn Ebû Zi’b ve Şu‘be (r.a.e.)’nin de meşgûl olduğu ilimlerden değildi.

Vallâhi bu ilimleri İbnü’l-Mübârek (rh.a.) ve “Dîni, kelam ilmi vâsıtasıyla öğrenmeye kalkışan zındık olur” diyen Ebû Yusuf öğrenmediği gibi İbn Mehdî, İbn Vehb, İmâm-ı Şâfiî, Affân b. Müslim, Ebû Ubeyd, İbnü’l-Me- dînî, Ahmed b. Hanbel, Ebû Sevr, el-Müzenî, Buhârî, el-Eslem, Müslim, Nesâî, İbn Huzeyme, İbn Cureyc, İbnü’l-Münzir (rh.a.e.) ve benzerleri de tahsîl etme- mişlerdi. Aksine onların ilimleri, Kur’ân, hadîs, fıkıh, nahiv ve benzeri ilimlerdi. Nitekim Firyâbî’nin nakline göre Süfyân (rh.a.); ‘İnsanın niyeti iyi olduğu takdirde hadîs tahsîl etmekten daha fazîletli bir ilim yoktur’ demiştir.”

Zehebî   (rh.a.),   İmâm-ı   Âzam   Ebû   Hanîfe   (r.a.) bİmâm-ı Mâlik, Evzâî ve Süfyân (r.a.e.)’i zikretmiş olduğu beşinci tabakanın sonunda şöyle der:

“Bu tabakanın döneminde İslâm ve müslümanlar tam bir izzete ve ilme sâhibdiler. O vakitler Ebû Hanîfe, Mâlik, Evzâî (r.a.e.) gibi fıkıh bilginleri vardı.”

Zehebî (rh.a.)’in naklettiğimiz açıklamalarından ortaya çıkan sonuçları madde madde şöylece sıralamanın mümkün olduğunu düşünmekteyiz:

1- İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in ilmi, Kur’ân, hadîs, fıkıh, nahiv ve benzeri konulardaydı.

2- İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) hadîs öğrenmiş ve hicrî 100 yılından sonra bu ilim dalında yoğunlaşmıştır. Dahası o zamanlar fıkıh bilginlerinin Kur’ân hâricinde hadîsten başka ilimleri yoktu. Ebû Hanîfe (r.a.) hadîs öğrenmeye  önem  vermiş  ve  bu  uğurda  yolculuklara çıkmıştır.

3- İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), Hz. Alî (r.a.), İbn Mes‘ûd (r.a.) ve Kûfe’de bulunan sahâbelerin sözlerini en iyi bilen kişiydi.

4- İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), o asırda önde ge- len on âlimden birisi idi. Ebû Hanîfe (r.a.), İmâm-ı Mâ- lik (r.a.), Evzâî, Sevrî, Leys, İbn Uyeyne, Ma‘mer, Şu‘be, Hammâd b. Zeyd ve Hammâd b. Seleme (rh.a.e.) olmak üzere Kitâb ve Sünnet ilminde önde gelen bilginlerin akrânıydı.

5- İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), müctehîd âlim- lerin büyüklerinden ve önde gelen imâmlardan birisi idi. Fıkıhda zirve olup insanlar bu konuda ona minnet borçludur.

Bu tespitler İslâm tarihçisi, hâfız, tenkîdçi, basîretli, hadîs ricâlini tenkîd noktasında otorite (ehlü’l-istikrâ) Zehebî (rh.a.)’in İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) hakkındaki görüşüdür.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu