Yumuşak Huyluluğu ve Bağışlayıcılığı Sebebiyle İntikam Almak Gibi Bir Duyguya Kapılmamaları, Hak ve Hukûka Son Derece Özen Göstermeleri

Yezid b. Hârûn (rh.a.) şöyle anlatır: “Ben Ebû Hanîfe (r.a.)’den daha halîm kimse görmedim. O, fazilet ve din- darlığına; vera‘, dilini muhâfaza, mâlâyâniyi terk gibi güzel hasletleri de eklemişti.”
Bir gün birisi İmâm-ı Âzam (r.a.)’e dil uzatıp: “Sen zındıksın!” gibi sözlerle Hazret-i İmâm (r.a.)’i rencide etti. Fakat karşılığında: “Allah seni bağışlasın; çünkü Rabbim bilir ki sen yanlış söylüyorsun” demekten başka söz söylemedi.
Abdürrezzâk (rh.a.) de şöyle anlatır: “Ebû Hanîfe (r.a.)’den daha hilim ve vakar sahibi kimse görmedim.” Onunla Hayf Mescidi’nde iken Basralı hacılardan câhil bir kişi kendilerine bir mesele sorar. Vermiş olduğu cevabı Hasan-ı Basrî (rh.a.)’in cevabına muhalif görünce uygunsuz sözler söylemeye yeltenir. Bunu gören halk bağırıp çağırarak o bilgisiz kişinin terbiyesini vermek ister. İmâm-ı Âzam (r.a.) ise halkı yatıştırır. Bir müddet mübarek başını eğer, sonra şöyle der: “Hasan-ı Basrî (rh.a.) bu meselenin cevabında hata etmiş; Abdullah b. Mes‘ûd (r.a.), Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’den rivâyet ettiği hadîs-i şerifte isabet etmiştir.”
Bazen şöyle derdi: “Ben kimsenin hakkını inkâr etmem ve ömrüm boyunca nefsime ait hususlarda kimseye ceza vermiş değilim. Hiçbir kimseye eziyet, lânet veya hile ile benden bir kötülük ulaşmamıştır.”
“Süfyân es-Sevrî aleyhinizde söz söylüyor.” denildiğinde: “Eğer söylerse Allah (c.c.) bağışlasın. Ben onun, iyiliğini bildiğimden, medih ve övgüsünde bulunmaya mecburum” demiştir.
İmâm-ı Âzam (r.a.)’in esnaftan bir komşusu vardı. Her gece eğlenip iyice sarhoş oluncaya kadar şu beyti okurdu:
Edâûnî ve eyye feten edâû
Li yevmin kerîhetin ve sedâdi sugrin
Bunun kulağı tırmalayan nağmesi, geceleri ihyâ etme âdeti olan İmâm (r.a.)’i rahatsız edeceği tabiî bir durum iken, sabır ve tahammül gösterirdi. Sonraları bir iki gece adamın sesi işitilmez oldu. Soruşturduğunda hapse atıldığını haber aldı. Bunun üzerine bizzat kendisi varıp Kûfe emirinden serbest bırakılmasını rica etti. Emîr de İmâm-ı Âzam (r.a.)’e hürmeten o kişiyle beraber onun tutuklandığı geceden beri hapsolunan zavallıların hepsini salıverdi. İmâm-ı Âzam (r.a.) evine gelerek atından indiği sırada o adam hapisten kurtulup yetişti. Hazret-i İmâm (r.a.): “Hele biz seni kaybetmedik değil mi?” demesi üzerine: “Hayır efendim, komşuluk hakkına tam olarak riâyet ettiniz” dedi ve hemen tövbe ederek İmâm-ı Âzam (r.a.)’in ders halkasına devama başladı ve bu sayede fakihler zümresine katıldı.
İmâm-ı Âzam (r.a.), dost ve arkadaşlarına dostluk ve yardım hususunda son derecede titizlik gösterir- di. Hatta üzerlerine sinek konduğunu görse içine dert olurdu. Bir gün talebelerinden birisinin damdan düştüğünü haber aldı. Ağlayıp sızlayarak onun evine gitti ve: “Mümkün olsa bütün ağrı ve sızısını üzerime alırım” dedi. Talebesi iyi oluncaya kadar her sabah ve akşam onun ziyaretine giderdi.
Birisi gelip: “Ey İmâm! Senin yazını taklit ederek adınıza yazmış olduğum bir mektup ile falân kimsenin dört bin kuruşunu aldım” dedi. İmâm-ı Âzam (r.a.): “Üzülecek bir durum yok. Bu şekilde faydalanmanız mümkün olduğu takdirde benden çekinmeyiniz” dedi. (Bu sözde, aslında, böyle bir muamelenin uygun olmadığına işaret vardır.)
Ebû Muâz (rh.a.) şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe (r.a.) benim Süfyân es-Sevrî’ye karşı olan münasebetimi ve ona karşı şüphelerimi bildiği ve aralarında çoğunlukla akranlar arasında olan rekabet bulunduğu hâlde, kendisine her ne için müracaat etmişsem halletmiştir. Ayrıca birçok lütuf ve iltifatlarını gördüm. Çünkü o yüce bir ahlaka sahip olup gayet hakbilir bir kişi idi. Hilim ve vakarına diyecek söz yoktu.”
Bir gün ders okuturken terbiyesiz bir adam İmâm-I Âzam (r.a.)’e sövüp saymaya cüret ettiği hâlde onun sözüne asla iltifat etmedi. Talebelerinin de o terbiyesiz insana karşı söz söylemelerine izin vermedi ve ders anlatmaya devam etti. Sözü edilen adam dersi bitirip kalkmalarından sonra İmâm-ı Âzam (r.a.)’in ardına düşerek münasebetsizliğe devam etti. Bu durumda dahi karşılık vermeyerek büyük bir vakarla evinin önüne vardı ve: “İşte evime giriyorum, söyleyecek bir sözün daha varsa onu da söyle, içinde kalmasın” dedi. Bunun üzerine adam mahcup olarak susmak zorunda kaldı.
Cürcânî (rh.a.)187 şöyle der: Ebû Hanîfe (r.a.)’e çocuk yaşlardaki talebelerinden biri, bir mesele sormuştu. Verilen cevabı beğenmeyip “Zannımca hata ediyorsunuz” dedi. Ben de çocuğa hitaben: “Böyle yüksek dereceli bir hocaya tâzim etmek gerekirken niçin edep dışı harekette bulunuyorsunuz?” dedim. İmâm-ı Âzam (r.a.) bana yönelerek: “Bunları kendi hâllerinde bırak. Çünkü ben kendi şahsıma yönelik kusurlarında daima müsamaha etmekte olduğumdan, böyle alışmışlardır” dedi.
Meclislerinde Züfer, Dâvud-ı Tâî, Kâsım b. Ma‘n (rh.a.e.) gibi talebeleri toplanarak fıkhî meselelerle ilgili müzâkere ettikleri zaman sesler yükselirdi. Fakat İmâm-ı Âzam (r.a.) söze başladığı vakit hepsi susar, onun değerli sözlerini dinleyerek kaydederler ve şüpheleri tamamen giderdi. Bir başka meselenin tartışılmasına geçilir o da neticeye bağlanırdı.
İmâm-ı Âzam (r.a.) annesinin gönlünü hoş tutmaya çok özen gösterirdi. Hatta İmâm Ebû Yûsuf (rh.a.)’den nakledildiğine göre annesi şüpheye düştüğü bir meseleyle ilgili İmâm-ı Âzam (r.a.)’in verdiği cevaba kanaat etmeyip avama vaaz etmekle meşhur olan Ömer b. Zerr’in vaaz meclisine gidip cevabı ondan soruşturmak gerektiğini söylerdi. İmâm-ı Âzam (r.a.) hemen anne- sini, bir merkebe bindirip birlikte onun yanına gider- lerdi. Bazen de yalnız kendisinin gidip o vâizden cevap almasını emrederdi. İmâm-ı Âzam (r.a.) annesinin emrine uyarak gidip vâize o meselenin cevabını sorardı. O da: “Ey İmâm! Sizin böyle şeyleri bize sormanızda bir anlam yoktur” diye şaşkınlığını dile getirince İmâm-I Âzam (r.a.): “Annemin emri üzerine sormaya mecbur oluyorum” derdi. Bunun üzerine Ömer b. Zerr: “Pekâlâ, doğru cevap ne ise siz söyleyin, sonra ben size bildireyim” der ve İmâm-ı Âzam (r.a.)’in açıkladığı şekilde anlatırdı. O da annesine gelerek “İbn Zerr dediğiniz kişi de benim gibi cevap veriyor, artık kalbin müsterih olsun valideciğim” derdi.
Bir defasında da annesi İmâm-ı Âzam (r.a.)’e bir mesele sordu; ancak onun verdiği fetva ile tatmin olmayıp yalnız Ebû Zür‘a adındaki kassâsın vereceği cevapla mutmain olacağını söyledi. İmâm-ı Âzam (r.a.) annesini adı geçen kassâsın yanına götürerek meseleyi sordu. Adam da: “Ey İmâm! Siz daha fakihsiniz, benden iyi bilirsiniz” dedi. İmâm-ı Âzam (r.a.): “Evet! Ben şu şekilde cevap veriyorum. Fakat sizin cevabınızı istiyor” dedi. Ebû Zür‘a’nın: “Oğlunuzun cevabı doğrudur” demesiyle annesi iknâ olabildi.
İmâm-ı Âzam (r.a.), hocası Hammâd için şöyle söylemiştir: “Hammâd vefat ettiği günden beri kıldığım her namazın arkasında anne ve babamla birlikte ona da dua ederim. Diğer hocalarımı, hatta kısa bir süre ders aldığım kişileri bile hayır dua ile anmaktayım. Ömrüm boyunca Hammâd’ın evine ayağımı uzatmış değilim.” Hâlbuki onun evi yedi mahalle ileride imiş.
İmâm-ı Âzam (r.a.) hakkında Muâfâ el-Mevsılî şöyle demiştir: “Onda on haslet bir araya gelmişti. Bunlardan yalnız birisi her kimde bulunsa yüce saâdeti elde edeceği muhakkaktır. Bunlar: Takvâ, hâlis niyyet, iffetlilik, insanları idare etme, samimî dostluk, faziletlere özen, sürekli tefekkür, isabetli söz söyleme, zayıflara yardım.”
[Kitabın aslında söz konusu hasletler bu şekilde sayılarak bir haslet sehven terk edilmiştir. O da gerçek zühd yani fânî zevkleri terk ederek hürriyeti elde etme hasletidir. Çünkü gerçek zühdde dünya hayatı küçük görülür ve Hazret-i Mevlâ’nın Cemâli’ni arzulama esastır. Böylece zühd diğer güzel hasletlerin ortaya çıkacağı bir menba olur. Kitabın müellifi burada Züfer, Abdullah b. el-Mübârek ve Ebû Yûsuf (rh.a.e.)’den İmâm-ı Âzam (r.a.)’in üstünlükleriyle ilgili başka sözler naklediyorsa da, onlar bir noktada tekrar içerdiğinden, bunlarla yetinmeyi uygun gördük.]