YAŞADIĞI DÖNEM

A. Siyâsî Durum
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) hicrî 80 yılında doğmuş 150 senesinde irtihâl etmiştir. Bu, birçok önemli olayın meydana geldiği bir dönemdir. Dönem, hicrî 65’te halîfe olan Abdülmelik b. Mervan b. Hakem’in hilâfetiyle başlamaktadır. Abdülmelik dönemi içeriden ve dışarıdan birçok problemle karşı karşıya idi. Bununla birlikte Emevîler yaklaşık dünyanın yarısına veya daha fazlasına hakimdi. Diğer hükümdarlar Emevî devletinden korkar ve adımlarını atarken onu dikkate almak durumunda kalırlardı. Bazı ayaklanmalar olmasaydı dünyanın tamamına hakim olacak güçteydi. Emevîlerin dünyaya hakim olamamalarının sebebi bu ayaklanmalardır. Abdülmelik b. Mervan’a karşı da birçok ayaklanma olmuştur. Halîfelik iddiasıyla İbnü’z-Zübeyr ayaklanması sonucu Hicaz bölgesi dokuz sene onun hakimiyetinde kalmış, uzun mücadele ve binlerce kişinin irtihâliyle hakimiyetine son verilebilmiştir.
Salih b. Mesrah et-Temîmî’nin Musûl ve Cezire ayaklanması, Kûfe’yi ele geçirmesi ve Şebib el-Haricî’nin ona tâbi olması üzerine Emevî devleti birbirini takip eden birçok asker ve komutan göndermek sûretiyle ayaklanmayı bastırabilmiştir. Bunu takiben başlangıçta hepsi de Emevîlerin komutanı olan Mutarrif b. Muğire b. Şu‘be, Kutra b. Fucâe ve Bükeyr b. Vesâc ayaklandılar ve herbiri kendi bölgesinde bağımsızlıklarını ilan etti veya Emevîleri devlet olarak tanımadılar. Emevî iktidarının bütün İslâm topraklarındaki hakimiyetini engelleyen husûslardan biri de Haccac ile İbnü’l-Eş‘as gibi Emevî komutanları arasındaki ihtilaftı. Özellikle Horasan bölgesinde Mühellebîler (Mühelleb b. Ebû Sufra ve oğulları) Emevîleri zor durumda bırakmaktaydı. Sonunda Haccac galib geldi ve ayaklanmaları bastırdı. Böylece halîfenin Irak ve civarına hakimiyeti Haccac vasıtasıyla Abdülmelik’in ömrünün sonuna doğru gerçekleşebildi. Abdülmelik’in hilâfeti 86 yılına kadar devam etti. Daha sonra yerine oğlu Velid geçti. Babasının Haccac vasıtasıyla hazırladığı çok geniş bir alanı teslim aldı.
Görüldüğü gibi Ebû Hanîfe (r.a.)’ın ilk yılları ayaklanma ve çatışmaların yaşandığı bir dönemdir. Velid’in hilâfetinde ise bunlar azalmıştır. Velid halîfe olunca çeşitli bölgelere ordular gönderdi. Horasan bölgesine Kuteybe b. Müslim (ö. 96/715), Bizanslılar’a karşı kardeşi Mesleme komutasında ordular sevketti. Musa b. Nusayr’ı Afrika ve Endülüs’e gönderdi. Velid döneminde bütün bu bölgeler fethedildi. Haccac’ın amca oğlu Muhammed b. Kasım es-Sekafî’nin fetihleri de kaynaklarda sayfalarca yer tutmaktadır.
Velid ölünce yerine kardeşi Süleyman geçti. Haccac’ın irtihâliyle ise Emevîlerin iktidarında tekrar karışıklıklar çıkmaya başladı. Daha sonra adâlet ve insanlar arasında yaydığı emniyetle tanınan Ömer b. Abdülaziz (r.a.) dönemi başladı. İkinci asrın başlarında âdil halîfenin idaresinde güçlü bir İslâm devleti bulunmaktaydı. Devletin sınırları doğuda Çin, batıda Atlas okyanusu, güneyde Hindistan, Kuzeyde Fransa’ya ulaşmıştı. Diğer dünya devletleri parçalanmış, zayıflamış, cehâlet ve sefalet içinde yaşarken İslâm devleti dünyanın en büyük gücü konumundaydı. Ancak ikinci asrın başından itibaren Abbâsîler, Emevîleri yıkmak amacıyla faaliyette bulunmaktaydı. Ömer b. Abdülaziz (r.a.)’in irtihâli üzerine yerine Yezid b. Abdülmelik’in halîfe olmasıyla yeniden karışıklıklar başladı. Emevî iktidarı bu karışıklık ve ayaklanmaları bastırmaya çalışırken Abbâsîler de iktidarı ele geçirmek için yeni planlar yapmaktaydı. Bunlar, Ömer b. Abdülaziz (r.a.)’in irtihâlinden sonra Abdülmelik’in oğulları Hişam ve Yezid, Velid b. Yezid, Yezid b. Velid, İbrahim b. Velid ve Mervan b. Muhammed dönemlerinde de devam etti. Söz konusu kargaşa Abbâsîlere Emevîler üzerine hücûm etme fırsatı vermekteydi. Zira ayaklanmalar Emevîleri zayıflatmış ve güçlü olan imajlarını zedelemişti. Diğer taraftan Abbâsîler de iktidarı ele geçirme hazırlıklarını artırmaktaydı. 132 yılına gelindiğinde ise Abbâsîler Irak ve Horasan’da Emevîleri mağlup etmiş, Şam bölgesine yönelmişlerdi. Zab mevkiindeki karşılaşma Emevîlerin doğuda sonunu getirmişti. Emevîlerin hâkimiyeti yedi asır daha devam edecek olan sadece Endülüs’te kalmıştı.
Abbâsîler, Ebü’l-Abbas es-Seffah’ın hilâfetiyle başladı. Asıl adı, Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas olmasına rağmen Emevîler’den birçok insanı merhametsizce öldürmesi sebebiyle “çok kan akıtan” anlamında “seffah” diye isimlendirilmiştir. Halîfeliği döneminde Emevîleri sürekli baskı altında tutmuştur. Bir defasında ileri gelen bazı Emevî taraftarlarına önce eman vermiş daha sonra ise bundan vazgeçerek sarayında yaptığı davette yemek esnasında bir şairin teşvikiyle onları öldürtmüştür.
Ebü’l-Abbas es-Seffah’tan sonra Mansur halîfe olunca Bağdat şehrini kurarak Abbâsîlerin başkenti yaptı. Böylece Abbâsîler iktidara bütünüyle hâkim oldu ve Hârîcilerle mücadeleye başladı. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın, hilâfeti döneminde ve hapishanesinde irtihâl ettiği Mansur, 158 yılına kadar iktidarda kaldı.
Görüldüğü gibi İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın yaşadığı asır, birçok önemli olayların meydana geldiği bir dönemdir. Bu dönemde büyük bir devlet yıkılmış yerine bir başka büyük devlet kurulmuş ve bir kıta bütünüyle fethedilmiştir. Bütün bu önemli olaylar İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın gözleri önünde meydana gelmiştir. Ancak âlimler bu ve benzeri olaylardan etkilenmeden ilmî araştırmalarına devam eder, yollarında değişiklik yapmazlar.
B. Sosyal ve Ekonomik Durum
Savaş halindeki devletlerin birçok sıkıntı yaşaması, savaşın sosyal hayatta parçalanmalara, ekonomide zayıflamaya hatta iflasa sebep olması genel bir kuraldır. Ancak İslâm devletleri için bu kural geçerli değildir. Nitekim İslâm devletleri sürekli savaş halinde olmuş ve birçok problemle karşılaşmıştır. Bunları başka bir ümmet yaşasaydı parçalanırdı. Böylesi durumlarda hayır sahipleri fakir ve ihtiyaç sahiplerini gözetmiş, savaş ise İslâm devletlerinin ekonomisini güçlendirmiştir.
Nitekim hicrî birinci asırda büyük küçük, zengin fakir ayırımı yapılmaksızın bütün insanlar atıyyeden pay aldıkları gibi hemen her yerde fakir veya yolcular zenginlerin açtığı ikram sofralarından istifâde etmekteydi. Birinci asırda zenginler israf ve lüksten uzak bir hayat sürmekteydi. Zekâtlarını her isteyene vermiyor, uygun kimseleri araştırıyorlardı. Taberî ve İbn Kesir, zenginlerin zekâtlarını gizlice verdiklerine dair birçok haber nakletmişlerdir.
Târihçiler Ömer b. Abdülaziz (r.a.) zamanında zenginlerin zekâtlarını verecekleri fakir bulamadıklarını haber vermektedir. Bu durum en zengin şehir olan İslâm devletinin başkentinde değil Afrika’da meydana gelmekteydi. Afrika valisi, halîfe Ömer b. Abdülaziz (r.a.)’a insanların zenginleştiğini ve zekât verecek kimse bulamadıklarını haber vermekteydi. Ömer b. Abdülaziz (r.a.) ise Afrika vâlisine hastaneler inşa etmesini, evlenemeyen gençleri evlendirmesini, köprü ve su kanalları yapmasını emretmekteydi. Bunun gerçek sebebi, İslâm devletlerinin savaşa katılanlara ganimetten hisse ayırması, ihtiyaç sahiplerine ise humustan pay vermesi, zekâtı belirlenen yerlere bizzat dağıtması idi. Fakirlerin zekattaki haklarını vermeyen yöneticiler nadiren görülürdü. Yöneticilerin devlet malındaki tasarrufları zekâtın toplanıp hak sahiplerine dağıttıktan sonra geride kalan bakiyye üzerinde söz konusu olurdu.
İslâm toplumlarında sosyal dayanışma asırlar boyu hep var olmuştur. Devlet de dînin istediği tarzda insanlar arasındaki dayanışmaya uygun davranmaktaydı. Söz gelimi yanlışlıkla öldürmelerde sorumluluğu birlikte üstlenmeleri amacıyla diyet, suçlu ile birlikte kabilesine de ödettirilirdi. Böylece kabile, aralarındaki fakirlerin varlığından haberdar olurdu. Kısaca İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın yaşadığı asır sosyal, ekonomik, siyasî ve ilmî bakımlardan fikrî derinliğin ve dünyayı yönetenlerin bulunduğu parlak bir dönemdi.
C. Fikrî ve İlmî Durum
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in yaşadığı 80-150 arası yıllar ilmî bakımdan İslâm ümmetinin en verimli dönemidir. Muhaddislerin, müfessirlerin, fakihlerin, mütekellimlerin önde gelenleri bu dönemde yetişmiştir. Bugün biz bu dönemin meyvelerini devşirmekte, güllerini koklamaktayız. Bu itibarla söz konusu dönem İslâm ilimlerinin en parlak devridir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın dışında Said b. Cübeyr, Said b. Müseyyeb, Ata, Mâlik b. Enes, Rabiatü’r-re’y, İbn Cüreyc, İbn Şübrüme, İbn Ebû Leyla, Haccac b. Ertat, Evzâî, Şu‘be b. Haccac, Süfyan es-Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Abdullah b. Mübarek (rh.a.e.) gibi birçok fikir ve ilim adamı bu dönemde yetişmiştir. Bunlardan biri irtihâl ettiğinde her âlim büyük üzüntü duymaktaydı. Nitekim İmâm-ı Şâfiî (r.a.) ondan istifâdenin sona ermesi sebebiyle İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın irtihâli kadar hiçbir kimseye üzülmediğini ifade etmiştir. Abbâsî devleti başlangıçtan itibaren siyasî gücüne denk bir şekilde ilimde de tecdid kapısını açmış, Arap olmayan milletlerdeki ilim ve felsefeye de önem vererek Arapçaya tercüme faaliyetine girişmiştir. Tercüme hareketini Abbâsî halîfesi Ebû Ca’fer el-Mansur başlatmıştır. O, muhaddis, fakih, seçkin ve hatadan uzak bir astronomi âlimiydi. Halîfe olunca söz konusu ilimlerle meşgul olamadı. Ancak sarayı sürekli âlimlerle dolup taşardı. İlimlerin tedvini de bu dönemde başlamıştı.
Tefsirde tedvin İbn Abbas’la başlamış, Katâde, es-Süddî, Atâ ve diğer âlimler tarafından devam ettirilmiştir. Hadîste tedvini Ömer b. Abdülaziz (r.a.)’in emriyle İbn Şihab ez-Zührî başlatmıştı. Böylece İslâm ilimlerinde ilk tedvin faaliyeti hadîsle başlamıştır. Fıkıh ve usûlünde ise farklı ekoller bulunmaktaydı. Irak ekolünün imâmı Ebû Hanîfe (r.a.), Hicaz ekolünün imâmı Mâlik b. Enes (r.a.), Şam ekolünün imâmı Evzâî (rh.a.), Mısır ekolünün imâmı Leys b. Sa’d (rh.a.) idi. Bunlar İslâm âleminde fıkıh ve usûlünün önderleri olup kendilerinden sonra ilim meşalesini taşıyacak nesillerin de hocalarıydı.
Bu dönemde ilim sadece kitaplardan öğrenilmemekte ders halkaları oluşturulmakta, bizzat halîfe ve diğer idarecilerin katılımıyla saraylarda ilmî tartışmalar yapılmaktaydı. Bütün bunlardan dolayı bazı âlimler bu dönemle ilgili olarak; “Bize göre İslâm târihinin en parlak dönemi ikinci asırdır. Bu asırda büyük âlimler yetişmiş, dinî ve ilmî her alanda çok önemli eserler te’lif edilmiştir. Bu itibarla ikinci asırda bırakılan İslâmî mirasa diğer asırlarda rastlamanın mümkün olmadığı söylense mübalağa edilmiş olmaz” demişlerdir. Gerçekten de ikinci asır ilim, te’lif ve farklı ekollerin oluşması açısından en parlak dönem olarak kabul edilmelidir.
D. Çevresinden Etkilenmesi ve Yaptığı Etki
Yaşadığı bölgede Müslümanları zor durumda bırakan olaylardan etkilenmesi açısından İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) diğer insanlardan farklı değildir. Haccac ordularıyla Kûfe’yi ablukaya alıp insanlar endişeye kapıldığında birçok insan korkuyla Kûfe’yi terketmişti. Bu dönemde Hicaz, Abdullah b. Zübeyr’in hakimiyeti altındaydı. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) de genç yaşında oraya hicret edenler arasında bulunmaktaydı. Hicaz’ın giriş ve çıkışları kontrol altında olduğu için burada sıkıntı çekilmemişti.
Kûfe’den Hicaz’a yapılan bu hicretin İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) üzerinde olumlu etkileri olmuştur. Zira bu yolculuk ona tâbiînin önde gelen âlimlerinden istifâde imkânı sağlamıştı. Ebû Hanîfe (r.a.) onlardan ilmin özünü almaktaydı. Daha sonra ilim hazinesinin kaynağı olmasında bu dönemde elde ettiği önemli bilgilerin katkısı tartışma götürmez bir hakikattir. Haccac’ın irtihâlinden sonra Kûfe’ye dönen Ebû Hanîfe (r.a.) gündüzlerini ilim, gecelerini ise ibadetle geçiriyordu. Bu durum yıllarca böyle devam etti. Bu çalışmalarının sonucu Kûfe’de kendisine saygı duyulan görüş ve fetvalarına aykırı davranılmayan ilmin temel direklerinden biri ve mutlak müctehid kabul edilen bir konuma ulaştı. Bu sırada Kûfe’de onu kıskanan, onunla yarışan ve bu sebeple aleyhinde konuşan onlarca müctehid bulunmaktaydı. Ebû Hanîfe (r.a.)’in çevresine olan etkisi çok büyük ve süratliydi. Kısa sürede Irak bölgesinin tamamı Ebû Hanîfe (r.a.)’e tâbi oldu, onun fetvalarını esas kabul etti. İlim almak için insanlar ona koştu. Bugün de varlığını devam ettiren Ebû Hanîfe (r.a.)’in kurduğu mezhebin mensupları İslâm âleminin üçte birini teşkil etmektedir. İslâm âlemi Abbâsî devletinin kuruluşundan itibaren üç asrı aşkın bir süre hanefî mezhebine göre amel etmiştir. Daha sonra Osmanlı devletinin kurulmasıyla hanefi mezhebi devletin resmi mezhebi oldu ve bu durum yaklaşık yedi asır devam etti. Bütün bunlar ileriki sayfalarda detaylarıyla görülecektir.