İmâm-ı Âzam (r.a.) Hakkında Diğer İmâmların Övgüleri
Hatîb el-Bağdâdî’nin Şâfiî (r.a.)’den rivâyet ettiğine göre, İmâm-ı Mâlik (r.a.)’e “İmâm Ebû Hanîfe (r.a.)’i nasıl gördünüz?” diye sorulduğunda; “Evet, öyle bir zat gördüm ki eğer faraza şu sütunun altın olduğuna inansaydı, bunu ispat için kesin bir delil ortaya koymaktan âciz kalmazdı” diye cevap verdi.
Bir başka rivâyette, birisi meşhur şahsiyetlerden birçoğunu İmâm-ı Mâlik (r.a.)’e sormuş, sözünün sonunda “Ebû Hanîfe’ye ne dersiniz?” deyince, “SübhânAllah! Onu diğerlerine kıyas etmek mümkün müdür? Tallahi ben ömrüm boyunca Ebû Hanîfe (r.a.)’ın benzerini görmüş değilim. Eğer mescidin şu direğinin altın olduğunu iddia etseydi, davasının doğruluğunu kabul ettirecek bir delil ortaya koyabilirdi” demiştir.
Abdullah b. Mübârek (rh.a.) şöyle dedi: Birgün İmâm-ı Mâlik (r.a.)’in huzurunda iken Ebû Hanîfe (r.a.) geldi. İmâm-ı Mâlik (r.a.) Ebû Hanîfe (r.a.)’ye lâyık gördüğü üstün saygıyı göstererek baş köşeye oturttu. O ayrıldıktan sonra bize şöyle seslendi: “Bu zat Ebû Hanîfe (r.a.) denilen Nu‘mân b. Sâbit (r.a.)’dir. “Şu direk altındır” dese, gerçekten dediği gibi çıkar. Fıkıh ilminin ince meselelerini anlayıp çözümlemek kendisine çok kolaylaştırılmıştır. Herkesin şaşırıp kaldığı meselelerde zorlanmadan doğru hükme varır.”
Ardından Süfyân es-Sevrî Hazretleri geldi. Fakat onu Ebû Hanîfe (r.a.)’i oturttuğu yere oturtmadı. O gidince, onun da fakihliğini ve faziletlerini anıp açıkladı.
Önde gelen talebelerinden Harmele (rh.a.)’in rivâyetinde İmâm-ı Şâfiî (r.a.), “Fıkıh ilminde derinleşmek isteyen kişiler Ebû Hanîfe (r.a.)’in derslerine katılmalıdır. Çünkü ona fıkıh ilmi kolay kılınmıştır” demiş; Rebî‘ (rh.a.) rivâyetinde ise, “İnsanlar fıkıhta Ebû Hanîfe (r.a.)’in çocukları gibidir” dedikten sonra, “Mâ raeytü ehaden efkahu minhu” (Fıkıh ilmine ondan daha fazla âşina kimse bilmiyorum) demiştir. Burada “raeytü”, “edrektü” anlamında değil “alimtü” anlamında kullanılmıştır. Çünkü İmâm-ı Şâfiî (r.a.), İmâm-ı Âzam (r.a.)’e yetişmemiştir.
Yine İmâm-ı Şâfiî (r.a.)’den şu söz rivâyet edilmiştir: “Ebû Hanîfe (r.a.)’in kitaplarını okuyup incelemeyen kimse fıkıh ilminde derinleşemez.”
Süfyân b. Uyeyne Hazretleri: “Ebû Hanîfe (r.a.)’in benzerini gözlerim görmemiştir” demiştir.
Yine Süfyân Hazretleri şöyle der: “Peygamber (s.a.v.)’in gazâlarına dair ilmi ve siyeri öğrenmek isteyen Medîne’ye, hac kurallarını öğrenmek isteyen Mekke’ye, sadece fıkıh ilmini arzu eden de Kûfe’ye gitmeli ve Ebû Hanîfe (r.a.)’in talebelerinden ayrılmamalıdır.”
Abdullah b. Mübârek (rh.a.): “Ebû Hanîfe (r.a.), insanların en fakihi idi, ondan daha fakih kimse görmedim. Bütün faziletlerde Allah’ın âyetlerinden bir âyetti” demiştir.
Yine Abdullah b. Mübârek (rh.a.) şöyle der: “İctihadla ilgili meselelerde Mâlik ve Süfyân’a da müracaat olunur; ancak Ebû Hanîfe (r.a.) her ikisinden de daha fakih; görüşleri daha isabetlidir. Fıkıh ilminin künhüne ve hakikatine vâkıftır. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’den bir hadis bulamadığımız meselelerde İmâm Ebû Hanîfe (r.a.)’in değerli sözleri hadis yerine geçer.”
Anlatıldığına göre bir gün Abdullah b. Mübârek Haz- retleri insanlara hadis dersi verirken “Bana Nu‘mân b. Sâbit, rivâyet etti.” dediğinde: “Kimi kasdediyorsun?” diye soruldu. “Evet, ilmin beyni olan Ebû Hanîfe (r.a.)’i kasdediyorum.” diye cevap verdi. Bunun üzerine bir kı- sım insanın o hadisi yazmaktan geri durduklarını gördü. Biraz duraklayıp sessiz kaldıktan sonra şöyle dedi: “Ey insanlar! Edebiniz az, ilim imamlarının mertebesi hakkındaki cehaletiniz çok; hâlâ ilim ehlini fark edemiyorsunuz. Ebû Hanîfe (r.a.) her ilimde kendisine uyulmaya herkesten daha lâyıktır. O, öyle bir fıkıh âlimi ve takvâ sahibi imamdır ki kimsenin keşfedip anlayamadığı ilmin sırlarını keşfedip anlamıştır.” İşte bu edepsizlikten dolayı bir ay süreyle hadis dersini terkedeceğine yemin etti.
Süfyân es-Sevrî (rh.a.), “Ebû Hanîfe (r.a.)’in yanından geliyorum.” diyen kimseye hitaben: “Bu, yeryüzü halkının en fakihi olan zatın huzurundan geliyorsun demektir” dedi.
Yine Süfyân (rh.a.) şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe (r.a.)’e muhalefet etmek isteyen kişinin değerce ondan daha üstün, ilimce daha yüksek olması gerekir; hâlbuki bu zamanda böyle bir kişi bulunmaz.”
Hacca beraber gittikleri sene daima Ebû Hanîfe (r.a.)’i öne geçirip ardından yürür, bir şey sorulacak olsa cevabını ona bırakırdı.
Ebû Hanîfe (r.a.)’in Kitâbü’r-Rehn’ini Süfyân’ın başı altında görenler, “Siz bunu mütâlaa eder misiniz?” diye sorduklarında, “Evet, ne demek istiyorsunuz? Keşke Ebû Hanîfe (r.a.)’in her kitabı elime geçse de mütâlaa edebilsem. Bizler insaf etmiyoruz, yoksa o ilmî meselelerin hâl ve izahı konusunda en son dereceye ermiş ve başkasına meydan bırakmamıştır.” Onun içindir ki Ebû Yûsuf Hazretleri: “Süfyân es-Sevrî, İmâm-ı Âzam (r.a.)’e benden daha fazla uyardı.” demiştir.
Aynı şekilde İbnü’l-Mübârek Hazretleri, Ebû Hanîfe (r.a.)’in vasıflarını anlatır: “Ebû Hanîfe (r.a.) ilmi yaymak hususunda her sıkıntıya katlanır ve ilmi öğrenirken de son derece itinalı davranır, sika râvîlerden aldığı sahih hadislere göre hüküm verirdi. Nâsih ve mensuh hükümleri herkesten daha iyi ayırt ederdi. Yetişmiş olduğu Kûfe âlimlerinin kıymetlerini bilip onların doğru sözlerini mezhebine kaynak kabul ederdi. Biz, o hayatta iken kadrini bilmeyen bazı kimselerin onun hakkında söylemiş oldukları sözlere karşı susmayı tercih ettiğimize şimdi fazlasıyla pişmanlık duyup hayıflanıyoruz.”
el-Evzâî bir gün Abdullah b. Mübârek Hazretlerine “Kûfe’de ortaya çıkıp Ebû Hanîfe (r.a.) künyesiyle meşhur olan şu bidatçi nasıl bir adamdır, bilir misin?” demişti. Bunun üzerine İbnü’l-Mübârek, Ebû Hanîfe (r.a.)’in istinbat ettiği ince meselelerin bir kısmını el-Evzâî’ye gösterdi. Gösterilen meseleleri Nu‘mân b. Sâbit adıyla okuyunca, son derece beğendi. “Bu Nu‘mân b. Sâbit kimdir?” diye sordu. İbnü’l-Mübârek: “Irak’ta karşılaştığım büyük ilim sahiplerinden biridir” deyince, “Gayet mâhir bir kişi imiş, bundan ilim tahsil etseydin” dedi. İbnü’l-Mübârek de: “İşte bidatçi dediğiniz Ebû Hanîfe (r.a.), fıkhın bu tür ince meselelerini istinbat eden zattır” dedi. Daha sonra el-Evzâî Mekke-i Mükerreme’de Ebû Hanîfe (r.a.) ile karşılaştığında, adı geçen meselelere dair konuştular. Ebû Hanîfe (r.a.),
İbnü’l-Mübârek’in daha önce belirttiklerinden bir kat daha fazla ilmî inceliklerle meseleleri açıkladı. Ayrıldıklarında el-Evzâî insaf ederek İbnü’l-Mübârek’e şöyle dedi: “Doğrusu ben bu zatın ilmine ve aklının enginliğine gıpta ettim. Allah (c.c.) affetsin, ben yanlış yapıyormuşum. Bu zatın meclisinden ayrılma. Bana ulaşan haberler doğru değilmiş.”
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın ilimdeki kemali, takvâsı, vera‘ı, ilmin namusu ve dinin hatıralarına olan riâyeti İbn Cüreyc’e ulaşınca: “Bu mübârek şahsiyetin ilmî olgunluktaki derecesi büyük ve yüce olsa gerektir.”, yanında ismi anılınca da: “Fakih olmaya lâyık olan odur.” demiştir.
Ahmed b. Hanbel (r.a.) şöyle der: “Ebû Hanîfe (r.a.) zühd, vera‘ ve âhiret için îsar konusunda öyle bir mertebeye ermişti ki başka hiç kimse o mertebeye ulaşmamıştır. O kadar tehdit ve şiddete mâruz kalmasına rağmen yine de Halîfe Mansûr’un teklif ettiği baş kadılık vazifesini kabul etmemiştir.”
Yezîd b. Hârûn (rh.a.)’e118 “Hanefî mezhebi âlimlerinin kitaplarına müracaat etmek câiz midir?” diye sorulduğunda şöyle cevap verdi: “Sözünü ettiğiniz kitapları okuyarak istifâde etmeye bakın. Bu hususun sakıncasına inanan bir fakih görmedim. Hatta Süfyân es-Sevrî’nin bile bir yolunu bulup Ebû Hanîfe (r.a.)’den Kitâbü’r-Rehn’i alıp istinsah ettiğini işittim.”
İbn Hârûn aynı kişiye: “Sizin yanınızda Mâlik (r.a.)’in re’yi mi daha makbuldür, Ebû Hanîfe (r.a.)’in re’yi mi?” diye sormuş, şu cevabı almıştır: “Mâlik (r.a.)’in hadislerini ezberleyiniz. Çünkü o, hadislerin ricâlinin güveni- lirliğini araştırıp inceler. Fıkıh ilmi ise Ebû Hanîfe (r.a.) ve talebelerine mahsus yüce bir meslektir. Onlar sanki onun için yaratılmıştır.”
el-Hatîb, zâhid imamların şöyle dediğini nakleder: “Beş vakit namazın ardından bütün müslümanların Ebû Hanîfe (r.a.)’e dua etmeleri gerekir, çünkü fıkıh ve sünneti koruyan odur.”
Yine o, şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe (r.a.)’e saygıda kusur edenlerin bir kısmı hasetçidir. Bir kısmı da cehalet ve bilgisizlik içinde bulunanlardır. İkinci kısımda olanlar diğerlerine nazaran daha ehven sayılırlar. Cehalet ve körlükten kurtulup fıkıh ilminin lezzet ve tadını hissetmek isteyenler, Hanefî fıkhının kitaplarını okumaya devam etsinler.”
Mekkî b. İbrâhîm Hazretleri, Ebû Hanîfe (r.a.)’in zamanının en âlimi olduğunu söyler. Yahyâ b. Saîd el-Kattân Hazretleri de Ebû Hanîfe (r.a.)’in re’y ve kıyasının güzelliğini söyler ve fetvada daima onun sözünü benimserdi. Nadr b. Şümeyl (rh.a.)’in de İmâm-ı Âzam (r.a.) hakkındaki övgüleri yukarıda geçti.
Mis‘ar b. Kidâm (rh.a.): “Her kim Rabb’ıyla kendi arasında Ebû Hanîfe (r.a.)’i vasıta kabul ederse, onun sorgulanmak veya bir başka yönden korkuya kapılmak ihtimali yoktur” derdi. Arkadaşlarının sözlerini terk edip İmâm-ı Âzam (r.a.)’in sözlerini araştırmasının sebebini soranlara, “ondan daha doğru söz bulunmasının ihtimal dışı olduğunu” söylerdi ve ders halkasından ayrılmayarak sürekli onu överdi.
Îsâ b. Yûnus (rh.a.)120 de İmâm-ı Âzam (r.a.)’i şöyle övmüştür: “Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında sûizan edenleri sakın ola ki tasdik etmeyiniz. Vallahi ben Ebû Hanîfe (r.a.)’den daha faziletli ve fakih kimse görmüş değilim.”
Ma‘mer (rh.a.); “Ebû Hanîfe (r.a.) gibi hem fıkha dair güzel söz söyleyen, hadîs-i şerifleri şerhederek kıyasın şartlarına riâyet eden, hem de şüpheye sebebiyet verecek bir şeyi Hak dine re’y ile dâhil etmekten son derece sakınan ve çekinen bir başka zat görmedim” derdi.
Fudayl (k.s.) da şöyle söylerdi: “Ebû Hanîfe (r.a.) takvâca meşhur, fıkıhta bilinen biri idi. Malı çok olup cömertti ve yaptığı ihsanlarla da tanınırdı. Kim kendisine müracaat ederse hem ilim yönünden hem de mal yönünden istifâde ederdi. Gece ve gündüz ilim öğretir, az konuşur, helâl ve harama dikkat eder, buna aykırı olan durumlardan da son derece kaçınırdı.”
İmâm Ebû Yûsuf (rh.a.) şöyle söylerdi: “Anne ve babamdan önce üstâdım İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’a dua ederdim. Kendileri de anne babasına dua etmeden üstâdı Hammâd için dua ederdi. İlim ve ahlak olarak ne kazandıysak ondan kazandık. Çünkü o, Allah (c.c.)’nün inâyetiyle ilim, sâlih amel, cömertlik ve gönül zenginliği gibi Kur’ân-ı Kerîm’in emrettiği bütün güzel ahlak ve edep ile nefsini donatıp şahsiyetini süslemişti. Kendisi yetiştiği selefe hayırlı halef olmuş; fakat zamanımızda ona hakkıyla halef olmaya lâyık bir fert yoktur zannederim.”
A‘meş (r.a.)’e bir mesele hakkında sorulduğunda: “Böyle sorulara en iyi cevabı vermek, Nu‘mân b. Sâbit (r.a.)’in işidir. Onun ilminde bir başka feyiz ve bereket vardır” derdi.
Yahyâ b. Âdem (rh.a.); “Nu‘mân b. Sâbit (r.a.) aleyhinde bulunanlara ne dersiniz?” dediğinde, A‘meş (r.a.), şöyle cevap verdi: “Bunun sebebi ortadadır. İlmin sırlarını söylemeden önce bulmak şöyle dursun, söyledikten sonra anlamayı bile beceremeyen kimseler hasetlerinden dolayı ne söylerse söylesinler şaşmamak gerekir.”
Vekî‘ (rh.a.) şöyle derdi: “Fıkıh ilmini Ebû Hanîfe (r.a.)’den daha güzel bilen, daha güzel namaz kılan bir zat görmedim.”
İmâmlardan Hâfız Yahyâ b. Maîn (rh.a.); “Dört büyük fakih vardır. Bunlar: Ebû Hanîfe (r.a.), Süfyân, Mâlik ve Evzâî’dir. Fakat benim yanımda kıraatlerin en seçkini Hamza’nın kıraati olduğu gibi, fıkıhta da Ebû Hanîfe (r.a.)’in fıkhıdır. Kendilerine yetiştiğim kişilerin çoğu böyle düşünürdü” demiştir. “Süfyân es-Sevrî de Ebû Hanîfe (r.a.)’dan hadis rivâyet eder miydi?” diye sorulunca Yahyâ b. Maîn: “Evet” dedi. “Çünkü Ebû Hanîfe (r.a.) herkesçe sikattan sayılır. Fıkıhta ve hadis rivâyetinde doğru ve bütün dinî bilgilerde güvenilir olduğu herkes tarafından kabul edilmişti.”
[Yahyâ b. Maîn Ebû Zekeriyyâ el-Bağdâdî (rh.a.) Hazretleri hâfız muhaddislerin seçkini, hadisleri cerh ve ta‘dîl eden imamların önde geleni idi. İmâm-ı Ahmed b. Hanbel (r.a.) ile gece gündüz sohbet edip hadis ilmi tahsilinde birlikte gayret ve çaba harcamışlardır. İmâm Ahmed (r.a.) şöyle dermiş: “Yahyâ b. Maîn’in bilmediği hadisler kimden rivâyet edilirse edilsin muteber olmaz. Allahü Teâlâ Yahyâ’yı yalancıların yalanını ortaya çıkarmak; sahih hadisleri, sahih olmayanlarından ayırt etmek için yaratmıştır.”
Yahyâ b. Maîn (rh.a.), babasından kalan milyonlarca akçeyi ilim öğrenmek uğruna harcamıştır. Çünkü o zamanlar din ilimleri, özellikle de Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in hadisleri insanların ağzından toplandığından, tahsilini tamamlamak isteyenler İslam ülkelerinin her tarafına yolculuk yapıp seyâhat ederlerdi. Yahyâ b. Maîn (rh.a.); “Yalnız kendi elimle altı yüz bin hadîs-i şerif yazdım.” dermiş. Başkalarına yazdırmış olduğu hadislerin ise, şüphesiz bunun iki misli kadar olduğu söylenir. Eğer bu hadîs-i şerifler ve Asr-ı Saâdet’ten beri hadis rivâyeti ile meşgul olanların hâl ve haberlerinin özellikleri tamamen onun tarafından kaydedilmiş olmasaydı, İmâm Ahmed (r.a.) Hazretleri yukarıda aktarıldığı gibi onu övüp hakkında şahâdette bulunmazdı. Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud (rh.a.e.) gibi büyük hadis imamları kendisinden hadis dinlemişler ve bu konudaki titizliğine hayran kalmışlardır. 133 (751) yılında haccı eda ettikten sonra, dinin berrak kaynağı, feyiz ve hakikat incisinin biricik sığınağı olan Nebîler Sultanı (s.a.v.) Efendimizin temiz şehirlerinde (Medîne’de) Allah (c.c.)’nün rahmetine gark olmuştur. Yüce Allah bunun gibi bir saâdet ve lütfu, Mekke ve Tihâme Efendisi (s.a.v.)’in hürmetine bize de nasip etsin. Âmîn!..]
İbnü’l-Mübârek (rh.a.) der ki: Hasan b. Amâre (rh.a.)’i gördüm. Ebû Hanîfe (r.a.)’in üzengisini tutmuş şöyle diyordu: “Vallahi fıkıh ilminde senin gibi sabır ve metânetle konuşan ve her soruya doğru cevap veren bir kimse daha görmedim. Zamanınızdaki fakihlerin efendisi olduğunuza şüphe yoktur. Her ne kadar hasetlerinden dolayı senin hakkında söylenenler olsa da, bu su götürmez bir gerçektir.”
Muhaddislerin imamı Şu‘be (rh.a.)123, “Ebû Hanîfe (r.a.)’in anlayışı, hâfızası son derece sağlam idi. Halk ise, herkesten daha fazla bildiği şeylerde bile onun kusurunu bulmak isterdi. Vallahi yarın Hakk’ın huzurunda bu davranışlarından ötürü pişman olacaklardır.” derdi. Hayatta iken mâruz kaldığı saygısızlıktan dolayı Ebû Hanîfe (r.a.)’e çok acırdı.
Yahyâ b. Maîn’e “Ebû Hanîfe (r.a.) sika mıdır?” denildiğinde, “Evet, sikadır. Zayıf hadis rivâyet ettiğine dair hakkında kimsenin hüküm verdiğini işitmedim. Şu‘be Hazretleri bile hadis rivâyet etmelerine dair ona icâzetnâme yazmıştır” dedi.
Eyyüb es-Sahtiyânî (rh.a.) 124 de İmâm-ı Âzam (r.a.)’in fakih ve güvenilir olduğunu söylerdi.
İbn Avn Hazretleri’ne “Ebû Hanîfe (r.a.) önceki sözünden sonradan dönermiş.” dediklerinde, cevap olarak: “İşte bu da büyük bir fazilet ya! İmâm’ın fazilet ve takvâsına bundan daha üstün delil olur mu? Evet İnsanlığın gereği olarak hata edince hatadan doğru olana dönerdi. Kendisinden kaynaklanan hatada ıs- rarcı olmazdı. İnsanda insaftan daha iyi olgunluk mu olur?” dedi.
Amr b. Dînâr (rh.a.), meclisine Ebû Hanîfe (r.a.) teşrif edince konuşmayı keser, talebeleriyle birlikte mesele- lerini sorup kendisinden istifâde ederlerdi. Hâfız Abdülazîz b. Revvâd (rh.a.)126 der ki: “Ebû Hanîfe (r.a.)’i seven Sünnî, sevmeyen bidatçidir. Yani Ebû Hanîfe (r.a.) insanların mezheplerini tayin etmede kıstas tutulmuştur. Böylece, her kim onu severse o kişinin Ehl-i sünnet’ten olduğu ve her kim ona buğz ederse Ehl-i bidat’ten olduğu kolayca anlaşılır.”
Hârice b. Mus‘ab (rh.a.) de; “Ebû Hanîfe (r.a.) büyük fakihler içinde değirmen taşının mihveri ve altının ayarını bilen sarraf gibidir” derdi.
Hâfız Muhammed b. Meymûn (rh.a.) şöyle derdi:
“Ebû Hanîfe (r.a.) zamanında, ondan daha bilgili, haram ve kötülüklerden daha çok sakınan, daha zâhid, fakih ve mârifet sahibi bir kimse yoktu. Allah (c.c.) hakkı için onun bir ders meclisini yüz bin dinara değişmezdim.”
İbrâhim b. Muâviye de: “Ehl-i sünnet yolunun tamamlayıcı şartlarından biri de Ebû Hanîfe (r.a.)’ı sevmektir. Ebû Hanîfe (r.a.) adaleti temsil eder ve onunla hükmederdi. İnsanlara ilim yolunu gösterip meselelerini çözümlerdi” derdi.
Esed b. Hakîm (rh.a.) de; “Ebû Hanîfe (r.a.)’a saygı göstermeyen ya bilgisiz ya da bidatçidir” derdi.
Ebû Süleymân (rh.a.) dedi ki: “Ebû Hanîfe (r.a.) şaşılacak bir özelliğe sâhipti. Sözlerinden yüz çevirenler onu anlamaya güçleri yetmeyenlerdir.” Ebû Âsım (rh.a.) şöyle dedi: “Ebû Hanîfe (r.a.) benim yanımda İbn Cüreyc’den daha fakihtir. Onun gibi fıkıhta hüküm çıkarmaya muktedir bir başka kişiyi gözüm görmemiştir.” Dâvûd-ı Tâî (k.s.)’un yanında değerli isimleri anıldığında; “O, karanlık gecede yol yürüyenlere yol gösterici bir yıldızdır. İlm-i tevhîde inananların kalplerinde kabul görür ve kendisine rağbet edilirdi” derdi.
Kadı Şerîk (rh.a.) şöyle derdi: “Ebû Hanîfe (r.a.) uzun süre sessiz kalır; çok tefekkür ederdi. Görüşü isabetli idi; güzel hükümler çıkarırdı. İlim öğrenmek isteyen talebe fakirse onu zengin eder; ilim öğrenince ‘İşte helâl ve haramı öğrenerek şimdi en büyük zenginliğe erdin’ derdi.”
Halef b. Eyyûb (rh.a.) derdi ki: “Din ilimleri Cenâb-ı Hak’tan Resûl-i Zîşân (s.a.v.)’e, O’ndan ashâbına, sonra yüce tâbiîne intikal etti. Daha sonra da Ebû Hanîfe (r.a.) ve talebelerinde karar kıldı. Bu ise, bizzat Allah (c.c.)’nün lütfudur; insanların arzusuna uysun ya da uymasın.” Büyük imamlardan bazılarına; “Ebû Hanîfe (r.a.)’in ismi anılınca ona diğer din büyüklerinden daha fazla dua edip övgüde bulunuyorsunuz?” denilince şöyle cevap verdiler: “Onun mertebesinin herkesin üstünde olduğu insanlar tarafından bilinsinde değerli ilimlerinden ortaya çıkan faydalar gibi hayırlı duası da yaygın ve beğenilmiş olsun.”
Din büyüklerinin bununla ilgili övgülerine dair değerli eserlerinin sonu yoktur. Ancak aktardığımız bu az âlimin akıl ve insaf sahiplerine tam bir kanaat vereceği apaçıktır.
Hatta Hâfız Ebû Ömer Yûsuf b. Abdülber Hazretleri,İmâm-ı Âzam (r.a.)’in faziletlerine dair uzun bir yazı kaleme aldıktan sonra sözünün sonunda şöyle söylemiştir: “İnsaf ve mârifet sahibi kimselerin böyle şanı yüksek bir İmâm’ın aleyhine olan saçma sapan sözlere ve hakkında söylenen çirkin dedikodulara iltifat etmeleri imkânsızdır. Yani onu güzel övgülerle anmaktan esas gaye, sadece bilinen ve doğru olan bir hükmü teyit etmek ve kalbî muhabbeti artırarak bir kat daha şanını yüceltmektir.”