İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’nin Hadis İlminde Otorite Oluşu

Gerek önceki ve gerek sonraki otorite âlimler, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’nin hadîs ilminde önde gelen bir âlim olduğuna şâhitlik etmektedirler. Muhaddis İmâm ve Mağrib’in Hâfızı Ebû Ömer Yusuf İbn Abdülber en-Nemerî el-Kurtubî el-Endülüsî (rh.a.), Câmiu beyâni’l-ilm isimli meşhur eserinde Abdullah b. Muhammed b. Yusuf İbn Rahmûn Muhammed b. Bekir b. Dâse isnâdıyla Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş‘as es-Sicistanî’nin “Allâh (c.c.), İmâm-ı Mâlik’e rahmet eylesin. O bir otoriteydi. Allâh (c.c.), İmâm-ı Şâfiî’ye rahmet eylesin. O, bir otoriteydi. Allâh (c.c.), İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ye rahmet eylesin o da bir otoriteydi.” dediğini nakletmektedir.
İbn Abdülber’in el-İntikâ isimli eserinde Abdullah b. Muhammed b. Abdülmü’min b. Yahyâ’nın İbn Dâse diye meşhûr olan Ebû Bekir Muhammed b. Bekir b. Abdurrezzak’tan nakline göre Ebû Dâvûd Süleyman b. el- Eş‘as b. İshâk es-Sicistanî; “Allah (c.c.) İmâm-ı Mâlik’e rahmet eylesin. O, bir otoriteydi. Allâh (c.c.), İmâm-ı Şâfiî’ye rahmet eylesin. O, bir otoriteydi. Allâh (c.c.), Ebû Hanîfe (r.a.)’e rahmet eylesin. O da bir otoriteydi.” demiştir. Bunlar sünen sâhibi sebt, hâfızların efendisi, sünnetin üstâdı Ebû Dâvûd el-Ezdî es-Sicistanî’nin üç imâmın imâmlığı konusundaki şahâdetidir. Sözü geçen bu imâmlığın ne anlama geldiğini ve açıklamasını imâm, hâfız, allâme, Horasan’ın üstadı Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin el-Beyhakî’nin Delâilu’n-nübüvve isimli eserinin giriş kısmında tatmin edici bir şekilde bulmak mümkündür. Beyhakî’nin ifâdesi aynen şöyledir: “Bu bölümde bilinmesi uygun olan husûslardan birisi, yüce Allâh’ın Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hak üzere gönderdiğini ve O’na Kur’ân-ı Kerîm’ini indirdiğini ve bu kitâbı muhâfaza etmeyi garanti ettiğini bilmek gerektiğidir. Nitekim Yüce Allâh bu konuda şöyle der: “Kur’ân’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” Yine bilmek gerekir ki Yüce Allâh, Resûlü Hz. Peygamber (s.a.v.)’i dînini ve Kitâbını açıklamakla görevlendirmiştir. Nitekim bu husûsta Allahü Teâlâ “İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’ân’ı indirdik.” buyurmaktadır. Yüce Allâh, Peygamber (s.a.v.)’i, açıklamakla görevlendirdiği husûsları açıklamak üzere ümmeti içinde belli bir süre bırakmış, sonra da O (s.a.v.)nu ve ümmetini apaçık bir yol üzere bırakmış olarak kendi rahmetine almıştır. Artık Müslümanlar herhangi bir olayla karşılaştıklarında Allâh (c.c.)’nun Kitâbında ve Peygamberi (s.a.v.)’in sünnetinde o olayın açıklamasını ya açıktan açığa veya delâlet yoluyla bulacaklardır. “Yüce Allâh, her asırda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ümmeti arasından İslâmı açıklayan, ümmeti için muhâfaza eden ve bidatı ondan uzak kılan âlimleri çıkarmıştır. “Nitekim Ebû Sa‘d Ahmed b. Muhammed es- Sûfî’nin, Ebû Ahmed b. Adiy -Abdullah b. Muhammed b. Abdülaziz -Ebü’r-Rebî’ ez-Zehranî -Hammad b. Zeyd-Bakiyye b. el-Velid -Mûan b. Rifâa -İbrâhîm b. Abdurrahman el-Uzrî isnâdıyla nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.); “Bu ilme her nesilden onların âdil olanları vâris olur. Bunlar, aşırıların tahrîfini, haksızların haksız isnâdlarını ve câhillerin te’vîlini ilimden uzak ederler” buyurmuştur. “Bu hadîsi Velid b. Müslim, İbrâhîm b. Abdurrahman hocalarından bir sika râvî isnâdıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’den rivâyet etmiştir. Bu haber sahâbe döneminden günümüze kadar her asırda doğru çıkmıştır. Her çağda sünnetin râvîlerini tanıyan belli bir topluluk mevcûd olmuş, cerh ve tadîl açısından onların durumlarına vâkıf olmuş, durumlarını beyân etmiş ve bunları kitaplarda zikretmişlerdir. Nihayet râvîlerin durumlarına vâkıf olmak isteyen kimse, buna imkân bulabilir bir hâle gelmiştir. Cerh ve tadîl konusunda fukahâu’l-emsâr ve onların dışında hadîs âlimleri fikir beyân etmişlerdir.
“Ebû Abdurrahman Muhammed b. Hüseyn es- Silmî’nin, Ebû Sa‘îd el-Hallâl Ebü’l-Kâsım el-Beğavî-Mahmûd b. Gaylan el-Mervezî isnâdıyla el-Hımmanî’den nakline göre Ebû Hanîfe (r.a.) “Câbir el- Cu‘fî’den daha yalancı, Atâ’dan daha fazîletlisini görmedim” demiştir.
“Abdülhamid el-Hımmanî’nin nakline göre Ebû Sa‘d es-Sağanî, bir gün Ebû Hanîfe (r.a.)’e; ‘Ey Ebû Hanîfe! Sevrî’den ilim alma konusunda ne dersin?’ diye sorunca Ebû Hanîfe (r.a.); Ondan aldığın rivâyetleri yazabilirsin. Çünkü o, sika birisidir. Ancak Ebû İshâk’ın el-Hâris’ten rivâyet ettiği hadîslerle Câbir el-Cu‘fî hadîsi bundan müstesnâdır’ demiştir.” “Bağdad’da Ebü’l-Hasen b. el-Fadl el-Kattân’nın Abdullah b. Ca‘fer -Yakub b. Süfyân isnâdıyla Harmele’den nakline göre İmâm-ı Şâfiî (r.a.); “Harâm b. Osman’dan rivâyette bulunmak haramdır.” demiştir.
“Bağdâd’da Ebû Abdullah el-Hüseyin b. el-Hasen el-Adâirî’nin Ahmed b. Süleyman -Ca‘fer b. Muhammed es-Sâiğ isnâdıyla Affân’dan nakline göre Yahyâ b. Sa‘îd el-Kattân “Şu‘be b. Haccac’a, Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes ve Süfyân b. Uyeyne (rh.a.e.)’e hadîste yalancılıkla ithâm olunup onu ezberlememiş olan kişinin hakkında ne yapacağımı sorduğumda bana ‘Onun durumunu insanlara açıkla’ dediler, demiştir.
“Ebû Alî el-Hüseyin b. Muhammed er-Rûzbârî’nin, Ebû Bekr Ahmed b. Kâmil b. Halef el-Kâdî -Ebû Sa‘d el-Herevî isnâdıyla Bekr b. Hallâd’dan nakline göre Yahyâ b. Sa‘îd el-Kattân’a ‘Hadîsini kabûl etmediğin kimselerin Allâh (c.c.) katında senden davacı olmalarından korkmuyor musun?’ diye sorulunca Yahyâ; “Hadîsini almadığım kimselerin Allâh (c.c.) katında benden davacı olmaları, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in; ‘Yalan olduğu zannedilen bir hadîsi bana isnâd ederek neden rivâyet ettin?’ diye davacı olmasından çok daha sevimlidir” diye cevâb vermiştir.
“Ebû Abdullah’ın Ebü’l-Velid el-Fakîh vâsıtasıyla Hasen b. Süfyân’dan nakline göre Harmele b. Yahyâ şöyle anlatmıştır: “Ben, İmâm-ı Şâfiî’nin ‘Şu‘be b. Haccac olmasaydı Irak’ta hadîs öğrenilemezdi. Şu‘be hadîs rivâyet eden birisini gördüğünde yanına gider ve ‘Hadîs rivâyet etme! Aksi takdirde seni sultana şikâyet ederim derdi.’ dediğini işittim.”
“Bu âlimlerin sünneti nasıl savundukları bu tavırdan açıkça anlaşılmaktadır. Zikrettiğimiz olayların benzerleri çoktur, ancak bunlar daha fazlasına ihtiyaç bırakmamaktadır. İmâm, hadîs hâfızı Ebû Îsâ et-Tirmizî (rh.a.), Sünen’inin sonundaki bölümünde şöyle der: “Aklı ermeyen bazı kimseler, muhaddislerin hadîs ricâli hakkındaki konuşmalarını ayıplamışlardı. Aralarında Hasan-ı Basrî ve Tâvûs olmak üzere tabiîn imâmlarından birçokları hadîs ricâlini tenkîd etmişlerdir. Hasan-ı Basrî ile Tâvûs, Ma‘bed el-Cühenî’yi tenkîd etmişlerdir. Sa‘îd b. Cübeyr ise Talk b. Habîb, İbrâhîm en-Nehâî ve Âmir eş-Şâ‘bî de Hâris el-Ağver hakkında tenkîdde bulunmuşlardır.“ Ebû Eyyûb es-Sahtiyânî, Abdullah b. Avn, Süleyman et-Teymî, Şu‘be b. el-Haccâc, Süfyân es-Sevrî, Mâlik b. Enes, Evzâî, Abdullah b. el-Mübârek, Yahyâ b. Sa‘îd el-Kattân, Vekî b. el-Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî ve bunların dışında ilim ehli daha birçok âlim aynı şekilde hareket edip, hadîs ricâlini değerlendirmiş ve zayıf olanları açıklamışlardır.
“Adı geçen âlimleri böylesi bir tavra sevk eden şeyin Müslümanlara olan bağlılıkları olduğunu düşünmekteyiz. Onların insanları lekelemek veya arkalarından çekiştirmede bulunmak istedikleri zannedilmemelidir. Kanaatimize göre tenkîdcilerin bütün yapmak istedikleri, bu râvîlerin tanınıp bilinmeleri için zayıf olduklarını beyân etmekten ibârettir. Çünkü zayıf olduğu ifâde edilen bazı râvîler bid‘atçi, bazıları ise hadîste ithâm olunan, başka bazıları ise gâfil ve çok hatâ eden kimselerdi. Netîce olarak bu âlimler, dinleri hakkında çok hassas oldukları ve onu sağlam temeller üzerine oturtmak istedikleri için râvîlerin durumlarını açıklamak istemişlerdir. Çünkü dîni ilgilendiren bir husûsta yapılacak şahâdetin, insanların hakları, mal ve mülkleri hakkındaki şehâdetten çok daha fazla araştırılması gerekir.”
Tirmizî, burada birçok râvî hakkında cerh âlimlerinin değerlendirmelerini nakletmekte ve sonra şöyle devâm etmektedir: “Mahmûd b. Gaylan’ın Ebû Yahyâ el-Hımmanî’den nakline göre Ebû Hanîfe (r.a.); Câbir el-Cu‘fî’den daha yalancı, Atâ b. Ebû Rebah’dan daha fazîletli bir kimse görmedim’ demiştir.”
İbnu’l-Beyyî’ diye meşhûr olan Beyhakî’nin hocası büyük hadîs hâfızı, muhaddislerin imâmı Hâkim en- Nîsâbûrî el-Müstedrek ale’s-sahihayn isimli eserinde “Lâ nikâha illâ bi Veliyyin” (velisiz nikâh geçerli değil- dir) hadîsinin rivâyet yollarını aktarırken şöyle diyor: “Bu hadîsi Ebû İshâk’tan aralarında Ebû Hanîfe en-Numân b. Sâbit (r.a.), Rakabe b. Maskala el-Abdî, Mutarrif b. Tarîf el-Hârisî, Abdülhamid b. el-Hasen el- Hilâlî, Zekeriyya b. Ebû Zâide ve başkaları olmak üzere zikrettiğimiz âlimlerden başkaları da merfû olarak rivâyet etmişlerdir. Biz onları bu bölümde zikrettik.”
Hâkim, eseri Ma‘rifetu ulûmi’l-hadîs’te ise şöyle demektedir: “Hadîs ilminin kırk dokuzuncu çeşidi, tâbiîn ve etbau’t-tâbiînden olup, ezberlenmek, müzâkere edilmek, kendileri ile ve adlarının şarktan garba zikriyle teberrükte bulunulmak için hadîsleri toplanmış olan meşhûr ve sika imâmların bilinmesine dâirdir. Hâkim en-Nîsâbûrî, burada her beldeden önde gelen bir çok âlimin adını zikretmektedir. “Medinelilerden İbn Şihâb ez-Zührî, Muhammed b. el-Münkedir el-Kuraşî, Rebîa b. Ebû Abdurrahman er-Râî, Mâlik b. Enes el-Asbahî, Ca‘fer b. Muhammed es-Sâdık (rh.a.e.) ve başkaları, Mekke’den Mücâhid b. Cebr, Amr b. Dînâr, Abdulmelik b. Cureyc, Fudayl b. Iyâz (rh.a.e.) ve başkaları, Mısır’dan Amr b. el-Hâris, Yezîd b. Ebû Habîb, Hayve b. Şureyh et-Tucîbî (rh.a.e.) ve başkaları, Şam’dan Abdurrahman b. Amr el-Evzâî, Şuayb b. Ebû Hamza el-Hımsî, fıkıh âlimi olan Mekhûl (rh.a.e.) ve başkaları, Yemen’den Tâvûs, Abdullah b. Tâvûs (rh.a.e.) ve başkaları, Yemâme’den Yahyâ b. Ebû Kesîr (rh.a.) ve başkaları, Kûfe’den Âmir b. Şerâhîl eş-Şa‘bî, Sa‘îd b. Cübeyr el-Esedî, İbrâhîm en-Nehâî, Ebû İshâk es-Sebiî, Hammad b. Ebû Süleyman, Mansur b. Mu‘temir, Muğîre b. Miksem ed-Dabbî, el-A‘meş el-Esedî, Mis‘ar b. Kidam el-Hilâlî, Ebû Hanîfe en-Nu’man b. Sâbit et-Teymî (r.a.), Süfyân b. Sa‘îd es-Sevrî, Dâvûd b. Nusayr et-Tâî, Züfer b. el-Huzeyl, Âfiye b. Yezîd el-Kâdî (rh.a.e.) ve başkaları, el-Cezîre’den, Meymûn b. Mihrân, Amr b. Meymûn b. Mihrân, Hâlid b. Madân el-Âbid (rh.a.e.) ve başkaları, Basra’dan Eyyûb b. Ebû Temîme es-Sahtiyanî, Şu‘be b. el-Haccac, Hişam b. Hassan, Katâde b. Diâme (rh.a.e.) ve başkaları, Vâsıt’tan el-Âvvam b. Havşeb, Ebû Hâlid Yezîd b. Abdurrahman ed-Dâlânî (rh.a.e.) ve başkaları, Horasan’dan fakih ve ibâdete düşkün (âbid) İbrâhîm b. Tahman, Belh halkından zâhid İbrâhîm b. Edhem, zâhid Şakîk b. İbrâhîm, Nadr b. Muhammed eş-Şeybânî (rh.a.e.) ve başkaları bulunmaktadır. Yüce Allâh bunların tamâmına rahmet eylesin.”
Hanbelî bilgini İbn Teymiyye diye meşhûr Ebü’l-Abbâs Takıyyuddin Ahmed b. Abdulhalim Minhâcü’s-sün- neti’n-nebeviyye fî nakdi kelâmi’ş-Şia ve’l-Kaderiyye isimli eserinde şöyle der: “Ebü’l-Abbâs b. Ukde’nin Ca‘fer b. Muhammed b. Amr Süleyman b. Abbad isnâdıyla Beşşar b. Dâri’den nakline göre Ebû Hanîfe (r.a.), Muhammed b. Nû’man’la karşı karşıya gelince ‘(Kıyâmetin büyük alâmeti olan) güneşin batıdan doğması hadîsini kimden rivâyet ettin?’ diye sorar. Muhammed, “Senin ‘Ey Sâriye! Dağa çık, dağa!’hadîsini rivâyet ettiğin râvîden başkasından.” diye cevâb verir. İbn-i Teymiye şöyle devam ediyor: “Bu ifâde, ilim ehli otorite bilginlerin bu hadîse inanmadıklarını göstermektedir. Çünkü hadîsi, önde gelen âlimlerden hiçbiri rivâyet etmemişti. Meşhûr âlimlerden biri olan İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), şianın yurdu olan Kûfe’den olduğu için Hz. Alî (r.a.)’den rivâyetinde yalancılıkla ithâm olunamaz. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), şia ile karşı karşıya gelmiş, Hz. Alî (r.a.)’in fazîletlerine dâir Allâh (c.c.)’nün dilediği kadar rivâyet duymuştur. O, Hz. Alî (r.a.)’yi seviyor ve ona muhabbet besliyordu. Bununla birlikte Muhammed b. en-Nû‘man’ın bu hadîsini kabûl etmemiştir. Ebû Hanîfe (r.a.), Tahavî ve benzerlerinden çok daha âlim ve çok daha fakihdi.
İbnu’n-Nû’man, kendisine doğru dürüst bir cevâb verememiş, bilakis senin “Yâ Sariyetü’l-cebele Ey Sâriye! Dağa çık, dağa!” hadîsini rivâyet ettiğin râvîden başkasından rivâyet ettim demekle yetinmiştir. Burada ona verilecek cevâb şudur: Farz edelim ki bu haberin aslı esâsı yoktur. Haberin temelsiz oluşu, senin rivâyet ettiğin haberin doğru olduğunu gösterir mi? Durum böyle olduğuna göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Alî (r.a.) ve başkalarının kerametlerini inkâr etmiyor, aksine bu hadîsi yalan olduğuna dâir birçok delil bulunup şerîata ve akla muhâlif olduğu için inkâr ediyor demektir. Çünkü bu hadîsi, hadîs ilminde meşhûr olmuş tâbiîn ve etbâu’t tâbiînden hiç bir âlim rivâyet etmemiştir. Hâlbuki bu âlimler sahâbeden hadîs rivâyet eden kimselerdir. Dahası bu rivâyeti, ancak yalancı veya adâleti ve zabtı bilinmeyen meçhul bir kimse rivâyet etmiştir. Netîce olarak bu gibi âlimler böyle bir hadîsi kabûl etmezler. Diğer Müslüman âlimler, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in mucizesini ve sevip bağlandıkları Hz. Alî (r.a.)’nin fazîletini ihtivâ ettiği için böyle bir hadîsin sahîh olmasını temenni etmektedirler. Fakat onlar, yalan haberi tasdîke cevâz vermemekte ve dînin bir gereği olarak reddetmektedirler. Doğrusunu ancak Allâh (c.c.) bilir.”
İbn Teymiye aynı eserin bir başka yerinde şöyle der: “Hadîs, tefsîr, tasavvuf ve fıkıh âlimleri, tıpkı dört imâm ve onlara tâbi olanlar gibidirler.”
Hâfız Ebü’l-Fîda İbn-i Kesîr ed-Dımeşkî el-Bidâye ve’n-nihâye isimli eserinde şöyle der: “Tahâvî, her ne kadar (kıyâmet alâmeti olarak) güneşin batıdan doğacağı konusundaki Hz. Alî (r.a.) hadîsi hakkında kafa karışıklığına düşmüş olsa da Ebû Hanîfe (r.a.)’nin bu rivâyeti inkâr ettiği ve rivâyet eden kişiyi alaya aldığı rivâyet edilmiştir. Ebü’l-Abbâs b. Ukde’nin, Ca‘fer b. Muhammed b. Umeyr -Süleyman b. Abbad isnâdıyla Beşşâr b. Derra’dan nakline göre Ebû Hanîfe (r.a.), Muhammed b. en-Nû’man’la karşı karşıya gelince ona “(Kıyametin büyük alâmeti olan) güneşin batıdan doğması hadîsini kimden rivâyet ettin?’ diye sorar. Muhammed, ‘Senin ‘Ey Sâriye! Dağa çık, dağa!’ hadîsini rivâyet ettiğin râvîden başkasından’ diye cevâb verir. İşte bu tavrı takınan kişi, ibret alan âlimlerden birisi olan Ebû Hanîfe (r.a.)’dir. Kendisi Kûfe’li olup, Hz. Alî (r.a.)’yi sevme ve Yüce Allâh’ın ve Peygamberi (s.a.v.)’in onu üstün tuttuğu şeylerle üstün kılma noktasında kusur ettiği suçlamasına uğramayan bir imâmdır. O, buna rağmen râvînin bu rivâyetini inkâr etmektedir.
Muhammed b. Nû’man’ın, Ebû Hanîfe (r.a.)’ye söylediği söz ise sorulan soruya cevâb olmayıp aksine sadece yersiz bir karşı gelmeden ibarettir. Muhammed b. Nû’man bu cevabıyla şöyle demiş oluyor: Ben, bu hadîsi Hz. Alî (r.a.)’in fazîleti hakkında rivâyet ettim. Bu hadîs her ne kadar garip bir hadîsse de gariplikte benzeri vardır. Bu benzer de Hz. Ömer (r.a.)’in fazîleti hakkında senin “Yâ Sâriye! el-cebele! Ey Sâriye dağa çık, dağa!” şeklindeki rivâyetindir. Muhammed b. Nû’man’dan gelen bu rivâyet, isnâd ve metin açısından Ebû Hanîfe (r.a.)’nin rivâyeti gibi olmadığı için sahîh değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in zannının doğruluğuna şehâdet ettiği bir imâmın hayırlı bir meseleyi bildirmesi nerede, kıyâmetin en büyük alâmetlerinden olan güneşin battıktan sonra tekrar doğma haberi nerede!”
Hâfız İbn Hacer, Lîsânu’l-mîzân’isimli eserinde şöyle der: “Kûfe’de Tâku’l-Mahâmil’de bir çarşıya nispeten Şeytânu’t-Tâk ( Tâk isimli çarşının şeytanı) lâkabını alan Ebû Ca‘fer Muhammed b. Alî b. en-Nû’man b. Ebû Tarîfe el-Becelî el-Kûfî, adı geçen çarşıda sarfla meşgûl olurdu. Kendisine Şeytânu’t-Tâk lâkabını veren ilk kişinin Ebû Hanîfe (r.a.) olduğu söylenmekte olup, Ebû Hanîfe (r.a.)’in huzurunda kendisiyle Harûrîlerden birisi arasında geçen bir tartışmadan dolayı bu lâkabı almıştır. Kendisinin Hz. Alî (r.a.)’nin fazîletlerine dair bir rivâyet hakkında Ebû Hanîfe (r.a.) ile de tartışması olmuştur. Bu rivâyette dedesine nispetle kendisine Muhammed b. en-Nû’man denilmiştir. Ebû Hanîfe (r.a.) rivâyetini inkâr eder bir üslûpla “Hz. Alî (r.a.)’nin (kıyâmet alâmeti olarak) güneşin batıdan doğacağını ifâde eden hadîsini kimden rivâyet ettin?” diye sorunca o da “Senin ‘Yâ Sâriye el-cebele'(Ey Sâriye! Dağa çık dağa!) hadîsini rivâyet ettiğin râvîden başkasından diye cevâb vermiştir.”
Hanbelî imâmı olup İbn Kayyim el-Cevziyye diye meşhûr olan İmâm Hâfızu’l-hücce Şemsüddin Ebû Ab- dullah Muhammed, İ’lamû’l-Muvakkıîn an Rabbi’l-alemîn isimli eserinde şöyle der: “Dört imâm ve fıkıh âlimleri, Amr b. Şuayb’ın babası vâsıtasıyla dedesinden rivâyet ettiği sahifeyi delil olarak kullanmışlardır. Fetva imâmları içerisinde bu esere ihtiyaç duymayan ve onu delil olarak kullanmayan kimsenin bulunmadığı bilinmektedir. Bu sahifeyi Ebû Hatîm el-Büstî, İbn Hazm ve başkaları gibi fıkıh ve fetvâ yükünü kaldıramayan kimseler, tenkîd etmişlerdir.
İbn Kayyim eserinin bir başka yerinde “Sahâbe, tâbiîn, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, Mâlik, Ebû Hanîfe (r.a.), Ebû Yusuf, Buhârî ve İshâk gibi hadîs imâmlarının metodu ise şudur.” demektedir.
Bu büyük ve tenkîd önderi imâmlar yani Ebû Davûd, Tirmizî, Hakîm, Beyhakî, İbn Abdülber, ve ayrıca İbn Teymiye, İbn Kayyim ve İbn Kesir, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in muhaddis imâmlardan tenkîtçi diğer hâfız imâmlar gibi cerh, ta‘dil, tashih (sahih kılma) ve ta’lîl (hadîsin sakat olduğunu ifade etme) ilminde görüşüne başvurulan meşhûr hadîs imamlarından birisi olduğuna kanaat getirmişlerdir. Mütekaddimûn ve müteahhirûn neslinden muhaddis ve hâfızların önde gelenleri, Ebû Hanîfe (r.a.)’in hadîs ilmindeki parlaklığını, zaptını, kâbiliyetini, hıfzını ve rivâyetindeki takvâsını kabûl ederler.
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd isimli eserinde şöyle der: “Cevherî’nin Muhammed b. İmran el-Merzubanî -Abdulvahid b. Muhammed el-Hasibî -Ebû Müslim el-Keccî İbrâhîm b. Abdullah -Muhammed b. Sa‘îd Ebû Abdullah el-Kâtib isnâdıyla nakline göre Abdullah b. Dâvûd el-Hureybî, “Müslümanlar, kıldıkları namazlarda Ebû Hanîfe (r.a.)’ye duâ borçludurlar” demiştir. Hureybî bundan sonra Ebû Hanîfe (r.a.)’in sünnetleri ve fıkhı, Müslümanlar için nasıl muhâfaza ettiğinden söz etmiştir.”
Burada adı geçen Hureybî (rh.a.)’in hadîs hâfızlarının önde gelenlerinden birisi olduğunu belirtmek gere- kir. Zehebî Tezkiretu’l-huffâz isimli eserinde onu hâfız, imâm ve önder olarak niteler. Vekiî’nin “Abdullah b. Dâvûd el-Hureybî’nin yüzüne bakmak ibâdettir” dediği rivâyet edilmiştir.
Zehebî, bir başka yerde şöyle der: “Hureybî’ye ‘Ebû Hanîfe (r.a.), birçok meselede önceki söylediği görüşünden rücû etmiştir’ denilince, Hureybî; ‘Fakih, ancak ilmi genişlediği zaman (görüşünden) rücû eder’ demiştir.
Hadîs hâfızı ve önde gelen bir âlim olan Hureybî, Ebû Hanîfe (r.a.)’i ilim genişliği ve sünenleri ezberlemiş olmakla nitelemektedir.
Hatib el-Bağdâdî eserinin bir başka yerinde şöyle rivâyet eder: “el-Hallal’ın, el-Harîrî -İbrâhîm en-Nehaî-Süleyman b. er-Rabî el-Hazzaz -Muhammed b. Hafs-el-Hasen b. Süleyman isnâdıyla nakline göre Hasen b. Süleyman; “İlim zuhur etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır” hadîsini tefsîr ederken ‘Hadîste sözü edilen ilim, Ebû Hanîfe (r.a.)’nin ilmi ve onun rivâyetleri tefsîridir’ demiştir.”
Yukarıdaki rivâyette ismi geçen el-Hasen b. Süleyman’ın hadîs hâfızlarından biri olarak kabûl edildiğini, Zehebî’nin Tezkiretu’l-huffaz ve Siyeru a’lami’n nübelâ isimli eserinde hayat hikâyesini zikrettiğini belirtmek isteriz. Zehebî Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ isimli eserinde Hasen b. Süleyman’ı “Hadîs hâfızı, rivâyetinde titiz, imâm Ebû Alî Hasen b. Süleyman, Basralı olup Mısır’da yerleşmiştir. Kendisini İbn Yunus, hâfız olarak nitelemektedir.” şeklinde tanıtmaktadır. Hadis hâfızı Hasen b. Süleyman’ın İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ’i nasıl övdüğünü, onun ilmini, hadîsleri ve nakilleri tefsîrini nasıl methüsena ettiğini hep birlikte görmüş bulunmaktayız.
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd isimli eserinde şöyle der: “Hasen b. Ebû Bekr el-Kâdî’nin Ebû Nasr Ahmed b. Nasr b. Muhammed b. İşkâb el-Buhârî -Muhammed b. Halef b. Recâ isnâdıyla Muhammed b. Seleme’den nakline göre Halef b. Eyyûb, ‘İlim, Yüce Allâh’tan Muhammed (s.a.v.)’e, sonra O’nun sahâbelerine, onlardan tâbiîne ve onlardan da Ebû Hanîfe (r.a.) ve arkadaşlarına intikâl etti. Artık dileyen hoşnut olsun, dileyen de kızsın!’ demiştir.”
Kanaatimizce yukarıdaki rivâyette geçen Halef b. Eyyûb’un ifâdesi, İbn Hazm’ın Muhammed b. Nasr el-Mervezî hakkındaki sözüne benzemektedir. Zehebî, İbn Nasr el-Mervezî’nin hayatını Siyeru a’lami’n-nübelâ isimli eserinde şu şekilde aktarmaktadır: “Ebû Muhammed b. Hazm eserlerinden birinde şöyle der: ‘İbn Nasr el-Mervezî, insanların en bilgini, sünnetleri en çok bilen, onları en çok zabteden, manâlarını en çok hatırında tutan, sahîhlerini en iyi kavrayan ve âlimlerin ihtilâf ettikleri noktalarla icmâ ettikleri husûsları en iyi bilendir.’”
Zehebî, şöyle devam ediyor: Bu niteliğin sahâbelerden sonra Muhammed b. Nasr el-Mervezî’den başka hiç kimsede tam olduğunu bilmiyoruz. ‘Muhammed b. Nasr’ın bilmediği hadîs ve sahâbe görüşü yoktur’ diyen yanlış konuşmuş olmaz. Zehebî, daha sonra şu tespiti yapıyor: “İbn Hazm, İbn Nasr’ın geniş ve kapsamlı bir bilgiye sâhib olduğu yolundaki iddiâsını onun eserlerine dikkatlice baktıktan sonra ileri sürmüştür. Buna benzer bir iddiâ, Ahmed b. Hanbel ve emsalleri için de ileri sürülebilir. Doğrusunu ancak Yüce Allâh bilir.” İbn Hazm’ın Muhammed b. Nasr ve İmâm Zehebî’nin de Ahmed b. Hanbel ve benzerleri hakkındaki iddiaları isabetli ise o zaman aynı yaklaşımın İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) açısından haydi haydi geçerli olması gerekir. Çünkü Ebû Hanîfe (r.a.), Ahmed b. Hanbel ve İbn Maîn’in hocası Halef b. Eyyûb’un şu şehadetiyle müctehîdlerin ilki, en âlimi, en fakihi ve en önde gelenidir. Halef b. Eyyûb’un Ebû Hanîfe (r.a.) hakkındaki bu kanaati, ancak onun fıkhını ve mezhebindeki mahâretini yakından ve derinlemesine gördükten sonra meydana gelmiştir. Bu, yetenekli ve takvâ sâhibi bir imâm hakkında doğru biçimde yapılmış bir tespittir. Nasıl doğru olmasın ki? İbn Nedim’in eseri el-Fihrist’ de ifade ettiği üzere ilim karada, denizde, doğuda, batıda, uzakta ve yakında onun tedvîninden ibârettir.
el-Mişkât isimli eserin şârihi, aklî ve naklî ilimleri kendi nefsinde toplamış, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünneti konusunda doyum noktasına ulaşmış, önde gelen büyük âlimlerden, hıfz ve anlayış sâhibi meşhûr âlimlerden biri olan Molla Alîyyülkârî, Senedu’l-enâm fî şerhi Müsnedi’l-İmâm isimli eserinde aynen şöyle der: “Ebû Hanîfe (r.a.)’nin sahîhi ve zayıfıyla birlikte hadîsleri geniş bir şekilde bilmesi, onun hakkında hüsnü zan beslemeyi gerekli kılmaktadır.”
Yukarıda adı geçen Halef b. Eyyûb hakkında Sadruleimme el-Muvaffak b. Ahmed el-Mekkî, Menâkıbu’l İmâmi’l Azam isimli eserinde aynen şöyle der: “Halef b. Eyyûb, Belh’tendir. Ebû Hanîfe (r.a.)’den rivâyette bulunmamıştır. Ancak Ebû Yusuf’tan rivâyeti vardır. Halef b. Eyyûb, zamanının en zâhidi ve ibâdete en düşkün olanı idi. Abdullah b. el-Mübârek’e gelmiş, Abdullah onunla kucaklaşmış ve kendisine ikrâmda bulunmuştur. Halef, Abdullah’ın huzurundan kalkıp gittiğinde Abdullah; ‘Bu zâtın sîmâsı cennetliklerinkine ne kadar çok benziyor!’ demiştir. Halef, Hammad b. Seleme’den hadîs almıştır. Huzûrundan kalktığında Hammad, ‘Bu zâtın sîmâsı ve hidâyeti ne kadar güzel! Horasan’dan bu adamdan daha hayırlısı bizim huzûrumuza gelmiş değildir’ demiştir. Halef, hicrî 205 yılında vefat etmiştir. Cenâzesi kaldırıldığı gün Belh vâlisi Nuh b. Esed onun tabutunu omuzlayıp musallaya kadar götürmüştür. Cenâze namazını Nuh b. Esed kıldırmıştır. Namazın sonunda selam verince yukarıdan ‘Ey Nuh b. Esed! Yeryüzünün en hayırlısı Halef b. Eyyûb’un cenâze namazını kıldırdın. Sen de kurtuluşa erdin’ diye bir ses işitmiştir.”
Zehebî, Siyeru a‘lami’n-nübelâ isimli eserinde şöyle der: “Halef b. Eyyûb imâm, muhaddis, fakih ve doğunun müftüsü idi. Künyesi Ebû Sa‘îd el-Âmirî el-Belhî el-Hanefî’dir. Zâhid ve âlim olup Belhlidir. Kadı Ebû Yusuf nezdinde fıkıh öğrenmiş, İbn Ebû Leylâ, Avf b. el-Arabî, Muammer b. Râşid ve bir grup âlimden ilim almıştır. Bir süre İbrâhîm b. Edhem (k.s.) ile arkadaşlık etmiştir. Yahyâ b. Ma‘în, Ahmed b. Hanbel, Ebû Kureyb, Alî b. Seleme el-Labakî ve beldesinin insanları kendisinden hadîs rivâyet etmişlerdir.”
İlerideki bölümlerde eski muhaddis imâmların ve müteahhirûn hadîs hâfızlarının İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ’in hâfızasının gücü, ilminin genişliği hakkındaki övgüleri gelecektir. Bu methiyeler, az önce geçen ulemânın sözünü doğrular mâhiyette olup onların söylediklerinden çok daha ileri giden sözlerdir. Başarı, ancak Allah (c.c.)’nun sâyesindedir.
