İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (R.A)'in Hayatı

İlmi Hayatı

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın ilmî hayatı; ilme başlaması, ilim dünyasında tanınması, ilmî seyâhatleri, hocaları, meşhur talebeleri, fıkıh okulu, ilmî tartışmaları, mecmua ve kitap şeklindeki eserleri başlıkları altında incelenecektir.

A. İlme Başlaması

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) başlangıçta iyi bir tüccardı. Gençliğinin ilk dönemlerinde de ticarete devam etti. Asaleti ve kabiliyeti, görünüşü ve davranışlarına yansımaktaydı. Onun bu durumu Kûfe’nin muhaddis ve fakihi eş-Şa‘bî’nin dikkatini çekti. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’a uğradığı bir gün ona kime gittiğini sordu. O “Çarşıya” diye cevap verdi. eş-Şa‘bî; “Bunu kasdetmiyorum, hangi âlimlere gittiğini öğrenmek istiyorum” dedi. O; “Ben âlimlere fazla gitmem” deyince eş-Şa‘bî; “Böyle davranma, senin ilimle meşgul olman, âlimlerle birlikte bulunman gerekir. Çünkü sende böyle bir kabiliyetin bulunduğunu görüyorum” dedi. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) bu sözlerin kendisine yaptığı etkiyi; “Sözleri beni etkiledi, çarşıya gitmeyi bıraktım ve ilme yöneldim. Allâh (c.c.) onun tavsiyesinden benim istifâdemi sağladı” şeklindeki açıklamasıyla ifade etmektedir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) âlimlere gitmeye ve ilme böyle başlamıştır. İlk ilim meclisine mescidde akaid konularını anlatan bir âlimi dinleyerek katıldığı ve ondan kelâm ilmini iyice  öğrendiği,  öğrenmeden önce bir takım sorular sorduğu zikredilir. Hatîb el-Bağdâdî, el-Hallal-Ali b. Ömer el-Harîrî-Ali b. Muhammed en-Nehaî Muhammed b. Mahmud es-Saydenânî- Muhammed b. Şuca’ es-Selcî-Hasan b. Ebû Mâlik-İmâm Ebû Yusuf isnadıyla İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın şöyle söylediğini nakleder: İlim öğrenmeye karar verince ilimler arasında tercih yapmak için her birinin bana kazandıracaklarını soruşturmaya başladım. Kur’ân öğrenmem tavsiye edilince; “Kur’ân’ı öğrenip ezberleyince bana kazandıracağı nedir?” diye sordum. “Kur’ân öğrenince mescide oturur çocuk ve gençlere Kur’ân öğretir, sonra da onlar arasından senden daha hafızını veya senin seviyende birini yetiştirirsin. Böylece senin yerine o geçer” diye karşılık verdiler. “Hadîs öğrensem ve yazsam, dünyada en çok hadîs bilen olsam” dedim. “İhtiyarlayıp zayıf düştüğünde gençler ve çocuklar etrafına toplanıp hadîslere yalan karıştırmana sebep olurlar. Bu ise ahir ömründe senin için büyük bir ayıp olur” dediler. Buna başlamayayım dedim ve nahiv öğrenmeyi düşündüm. “Nahvî ve Arap dilini ezberlesem bana kazandıracağı nedir?” diye sordum. “Öğretmen olursun, kazancın artar” dediler. Ben de; “Bunun da sonu iyi değil” dedim. “Şiire yönelsem ve benden daha şair kimse olmasa, bana kazandıracağı nedir?” diye sordum. “Birine medhiyeler dökersin sana ikram ve hayvana bindirmek veya elbise almak gibi ihsanlarda bulunur, şayet sana ikramda bulunulmazsa şerefli insanların namusuna dil uzatmaya başlarsın” dediler. “Buna benim ihtiyacım yok” dedim. “Kelam ilmine yönelsem bana kazandıracağı nedir?” diye sordum. “Kelam ilmine yönelen kimse tenkitlerden ve zındıklıkla itham edilmekten kurtulamaz. Böyle bir itham sonucunda ya öldürülürsün veya kınanırsın” dediler. Fıkıh öğrenmem durumunda nasıl olacağını sordum. “Fetva sorulur cevaplarsın, genç de olsan kadılık teklifi alırsın” dediler. Bunun üzerine; “İlimler arasında bundan daha faydalısı yok” dedim ve fıkıh öğrenmeye başladım.

Zehebî söz konusu haberi naklettikten sonra; “bu haber uydurmadır. İsnadında güvenilir olmayan râviler bulunmaktadır” açıklamasını yapmaktadır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in hayatını kaleme alanların hemen hepsi bu haberi nakletseler de Zehebî’nin tespitine ben de katılmaktayım. Ayrıca bu haber İmâmın Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın saygınlığına da zarar verir mahiyettedir. Zehebî haberle ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır: Hz. Peygamber (s.a.v.); “En hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir” buyururken bir kimse makam ve mevki amacıyla nasıl ilim tahsil etmeyi düşünebilir? Mescidden daha hayırlı bir mekan var mıdır? İlmî yaymak Kur’ân öğretmeye eşit midir? Günah işlememiş çocuklardan daha hayırlı talebe mi vardır? Bütün bu sorulara verilecek cevap “hayır” olacaktır. Şu halde bu haber uydurmadır ve isnadında güvenilir olmayan râviler bulunmaktadır.

Zehebî daha sonra İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın hadîsten yüz çevirdiği iddiasını eleştirmektedir. Zira İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) yüz senesinden sonra hadîs öğrenmeye başlamıştır. Bu dönemde çocukların hadîs öğrenmeleri söz konusu değildi. “Fıkıh” kelimesi de üç yüz yılından sonra terim anlamı kazanmıştır. Hatta bu dönemde hadîs talebi önde gelen âlimlerin işiydi. Fakihler önce Kur’ân sonra hadîs öğrenirlerdi. Bu dönemde fıkıh eserleri de tedvin edilmemişti. Zehebî son olarak; “Bu hikâyeyi uyduranın Allâh belasını versin, bu dönemde kelam ilmî var mıydı?” demekten kendini alamamıştır.

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in müftü veya kadı olmak amacıyla ilme yöneldiği nasıl iddia edilebilir? Yukarıda İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in kendisine yapılan kadılık teklifini reddettiğini zikretmiştik. Bu, kadılık teklifini ikinci defa reddetmesiydi. Nitekim ilk kadılık teklifi Emevîler döneminde İbn Hübeyre’den gelmiş, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) kabul etmemişti. İbn Hübeyre’nin ısrar etmesi üzerine bir fırsatını bulup Mekke’ye gitmiş ve Emevîler, Abbâsîler tarafından yıkılıncaya kadar Kûfe’ye dönmemiştir. Bu dönemde o henüz elli yaşına ulaşmamıştı. İlme başlarken kadı olmak niyetinde olsaydı bu fırsatı asla kaçırmazdı. Bu durum sözü edilen haberin uydurma olduğunu açıkça ortaya koyduğu gibi uyduran kimsenin de cehâletini göstermektedir. Zira İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in ilmi, ilme başlamadan önce de akıllı olduğu veya çocukluğunda dahice zekâya sahip bulunduğunu ispat amacıyla komik hikâyeler uydurmamıza ihtiyaç duyurmayacak seviyededir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in yüceliğini anlamak için İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şâfiî, İmâm Ahmed b. Hanbel ve benzerlerinin onun hakkında yaptıkları açıklamalar yetmez mi? Bunun için yaptıklarına bakmak yeterli değil midir?

B. Genç Yaşta İlmî Olgunluğa Erişmesi

Ebû Hanîfe (r.a.), ilim öğrenmeye yukarıdaki uydurma hikâyede zikredildiği gibi mülk elde etmek veya bir makama kavuşmak amacıyla değil, sırf ilim için başlamıştır. Onun mülk elde etmeye ihtiyacı da yoktu. Zira o, zengin bir tüccardı. İlme başladıktan kısa bir süre sonra insanlar arasında tanınmaya başladı. Kırk sene geceleri ibadetle geçirdiği husûsunda târihçilerin zikrettiği Zehebî bunun tevâtür seviyesinde olduğunu belirtir haberi dikkate aldığımızda insanlar arasında erken yaşlarında tanındığını görürüz. Yetmiş yaşında irtihâl edip kırk senesini geceleri ibadetle geçirdiğine göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) otuz yaşında insanlar tarafından tanınan ve izlenen bir kimse konumuna ulaşmıştır. Biyografisini yazanlar İmâm Ebû Yusuf ’la birlikte yürürken bir adamın hakkında söylediklerini duyması üzerine insanların kendisiyle ilgili hüsnü zanlarına aykırı hareket etmeme kararı aldığını kaydetmişlerdir. Bu haber, onun ömrünün başlarında şöhrete kavuştuğunu göstermektedir.

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) diğer ilimlerde parmakla gösterilir bir seviyeye ulaştıktan sonra fıkıh ilmine başlamıştır. Fıkıh ilmine hocası Hammad (r.a.) ile mesciddeki özel ders halkasında devam etmiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın fıkıh ilmine başlamasını Zehebî şöyle anlatmaktadır: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) önce diğer ilimleri öğrendi, onlarda belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra fıkha yöneldi. Bir gün Hammad (r.a.)’ın ilim halkasının yakınında otururken bir kadın gelerek ona sünnete göre hanımını boşamak isteyen kimsenin nasıl davranması gerektiğini sordu. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) soruya cevap veremedi ve kadına bunu Hammad (r.a.)’a sormasını, aldığı cevabı da kendisine getirmesini söyledi. Kadın kendisine söyleneni yaptı. Cevâbı öğrenen İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) kendi ilim halkasını bırakarak Hammad (r.a.)’in ilim halkasına katıldı. Hocası Hammad (r.a.) onun öğrettiklerini iyice kavradığını ve diğer öğrencilerin yaptığı hataları tespit ettiğini görünce onu yanı başına oturttu. Bir ara ayrı bir ilim halkası kurmak istedi. Bu arada hocası Hammad (r.a.)’in seyâhate çıkması gerekmişti ve kendi yerine İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in geçmesini istedi. Hocasının bulunmadığı iki aylık süre esnasında İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’a altmış soru sorulmuş ve bunlara cevap vermiştir. Hocası döndüğünde soruları ve verdiği cevapları ona arz edince hocası verdiği cevaplardan kırk tanesini onaylarken yirmisine muhalefet etmiştir. Bunun üzerine İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ölünceye kadar hocasından ayrılmamaya karar vermiş ve on sene daha onun ilim halkasına devam etmiştir. Hocası Hammad (r.a.) irtihâl edince ise onun yerine geçmiş, böylece kırk yaşlarında başlattığı ilim halkasına birçok talebe katılmıştır.

Bazı kimseler İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın Arap dili, tefsir, hadîs gibi ilimlere vakıf olmadığını zannedebilir. İbn Hacer el-Heytemî buna şöyle cevap vermektedir: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın fıkıhtan başka bir şey bilmediğini zannetme, o aynı zamanda tefsir hadîs gibi şer’î ve edebî ilimlere de vâkıftı. Bu konuda düşmanları tarafından yapılan açıklamalar ihtilaflıdır. Onların bu türden açıklamalarının, yalan ve iftiralarının sebebi, çağdaşlar arasında olan rekâbet ve kıskançlıktan kaynaklanmaktadır. Ancak Allâh (c.c.) nûrunu mutlaka tamamlamaktadır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın bazı fıkhi meseleleri Arap dili kurallarından hareketle çözmesi bu iddiaların yanlışlığını ortaya koymaktadır. Bunları inceleyen kimse onun çağdaşlarından daha ileri seviyede Arap diline hâkimiyetini görecektir. Bu konuda Zemahşerî ve başka âlimler müstakil eserler de te’lif etmişlerdir. İbn Hacer el-Heytemî Arap dilini bilmediği husûsundaki iddialara cevap verdikten sonra İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in hadîs bilmediğine dair ileri sürülen görüşlere uzun uzun cevap vermektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu