İbâdet Hususundaki Yüce Gayreti
İmâm-ı Zehebî (rh.a.) der ki: “Ebû Hanîfe (r.a.)’in geceleri namaza ve teheccüde devam ettiği tevâtür derecesinde aktarılmaktadır. Hatta geceleri çok namaz kılmasından (ayakta durmasından) dolayı vetedü’l-leyl (gece kazığı) diye adlandırılmıştır.” Kırk yıl boyunca yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı ve komşularında kalp hassâsiyeti oluşturacak derecede, geceleri Allah (c.c.) korkusundan dolayı ağladığı, güvenilir nakillerle tarih sayfalarında yer almaktadır.
Ebû Mutî‘ el-Belhî (rh.a.) şöyle der: “Gecenin hangi saatinde Kâbe’yi tavaf etmeye gidecek olsam, Ebû Hanîfe (r.a.) ile Süfyân es-Sevrî (rh.a.)’i orada bulurdum.” Hasan b. Ammâre (rh.a.), İmâm-ı Âzam (r.a.)’ın cenazesini yıkarken şöyle diyordu: “Allah sana rahmet edip bağışlasın. Otuz seneden beri oruç bozmadın. Senden sonra gelenleri zahmet ve sıkıntıya soktun, yani sadece ilimle olgunluk elde edilemeyeceğini herkese fiilen anlattın.”
Mukaddimede de anlatıldığı gibi, geceyi ihyâ etmeye devam etmesinin sebebi, yolda giderken bir şahsın insanlara hitaben “İşte gecelerde uyku uyumayan Ebû Hanîfe Hazretleri geliyor!” dediğini işitmiş olmasıdır. Bunun üzerine İmâm Ebû Yûsuf ’a şöyle demiştir: “Sübhânallah! İşitiyor musun? Vehhâb-ı Hakîkî bize yol göstermek için şu güzel sözü, insanlar arasında nasıl yayıyor? Bu haber giderek yaygınlaşıp insanların hakkımda böyle zannettiği durumda, işin gerçeğinin böyle olmadığını Rabbimin bilmesinden dolayı ben nasıl hayâ etmeyeyim?”
İmâm Ebû Yûsuf (rh.a.) şöyle der: “İmâm-ı Âzam Efendimizin normal günlerde her gün Kur’ân’ı hatmetmek âdeti idi. Ramazan ve bayram günlerinde ise iki defa hatim yapardı. Daima malını dağıtır, ilim öğrenmek hususunda zorluklara sabreder, hakkında ne söylense tahammül eder, asla kızmazdı. Akşamın abdesti ile sabah namazını eda ettiğini yirmi sene ben gördüm. Bizden önce bereketli sohbetlerine katılanlardan, kırk seneden beri bu şekilde olduğunu işittim.”
Şüreyk (rh.a.) şöyle der: “Bütün bir sene kendisiyle beraber bulunduğum hâlde Ebû Hanîfe (r.a.)’in yatağına yattığını görmedim.”
Hârice (rh.a.)’den aktarıldığına göre Kâbe-i Muazzama’nın içinde Kur’ân-ı Kerîm’i hatmeden dört kişiden birisi de Ebû Hanîfe (r.a.)’dir.
Fadl b. Dükeyn (rh.a.) şöyle demiştir: “Tâbiînin büyüklerinden ve diğer önde gelen âlimlerden birçok kimseyle karşılaştım, ancak Ebû Hanîfe (r.a.)’den daha fazla namaz kılanı görmedim. Namaz için hazırlandığı zaman huşûunu ve ağlamasını görenler, Allah (c.c.) korkusu taşıdığına hemen hükmederlerdi. Son derece huşû içinde ibâdet etmesinden dolayı şenn-i bâlîye benzerdi. Hatta bir gece namazda “Beli’s-sâatü mev‘idühüm ve’s-sâatü edhâ ve emerrü” âyet-i kerîmesini tekrar ederek sabahı etti. Yine bir gece Kur’ân-ı Kerîm’i başından okumaya başlamış, “Allah lütfedip bizi kavurucu azapdan korudu.” âyet-i kerîmesine gelince bu âyeti tekrar etmeye başlayıp sabah ezanları okununcaya kadar o şekilde devam etmiştir.”
Ümm-i veledleri olan cariyesinin: “İmâm-ı Âzam (r.a.) için gece yatak yapıldığı yoktu. Yaz günlerinde öğle ile ikindi arasında uyurdu. Kış gecelerinde ise bazen yatsı namazını kılmadan önce mescitte uyurdu.” dediği nakledilmiştir.
Hâfız b. Ebî Dâvûd (rh.a.) der ki: “Mekke-i Mükerreme’de bulunduğum esnada Ebû Hanîfe (r.a.) kadar hem tavaf ve namaz meşakkatine hem de ders okutup fetva vermek külfetine sabır ve tahammül eden bir başka kimse görmedim. Gece ve gündüz âhiret kurtuluşu ve orada derece elde etmeyi isterdi. On gün geceleriyle birlikte yanından ayrılmadım. Ne gecelerde uyuduğunu, ne de gündüz tavaf namazı ve ilim öğretmek ibâdetinden geri kaldığını gördüm.”
Menâkıp kitaplarında şöyle anlatırlar: “Ebû Hanîfe (r.a.) Vedâ haccında Kâbe’nin içinde namaz kılmasına müsaade etmeleri için Kâbe kapıcılarına mevcut malının yarısını verdi. Beytullah’a girince Kur’ân-ı Kerîm’in yarısını bir ayağı üzere, yarısını da diğer ayağının üstünde iken namazını tamamladı. Münâcaatında “Ey Rabbim! Seni, nasıl bilinmen gerekirse o şekilde, bildim; sana nasıl ibâdet edilmesi gerekiyorsa öyle ibâdet ettim; hizmetimin eksikliğini mârifetimin kemaline bağışla!” diyerek yalvardı. Bunun üzerine şöyle bir nida geldi: ‘Ey İmâm! Bildin, iyi yaptın; ibâdetin makbul oldu. Seni ve mezhebine uyanları kıyamet gününe kadar bağışladık.’” Bu müjdeli sözün latif mânası “Birinci Mukaddime”de açıklandığı için burada üzerinde durmuyoruz.
Uyarı: Bu hikâye doğru olarak kabul edilirse İmâm-I Âzam (r.a.)’in “‘araftüke hakka’l-ma‘rifeti” demesi, diğer âriflerin “mâ ‘arafnâke hakka ma‘rifetike yâ Ma‘rûf ” sözüne zıt zannedilmesin. Çünkü kulların ilminin sonu, dünyalık yetişilebilecek en üst sınırda bulunan mertebedeki İlâhî ma‘rifete “el-ma‘rifetü’l-lâi- katü li’l-‘ibâdi” mânasında olan “hakka’l-ma‘rifeti” kullanılır. Ancak başkalarının acziyetlerini itiraf ettikleri Hakk’ın bilinmesinden kasdedilen, İlâhî hakikatin künhüne ermektir ki gerçekte bu mânadaki mârifet, kimse için geçerli olmayıp ancak Allah (c.c.)’nün şanına aittir. “Lâ ya‘rifullahe illallah”, bu gerçeğe imadır. Peygamberlerin Efendisi, evvelkilerin ve sonrakilerin en mükemmeli olan Peygamberimiz (s.a.v.)’in Mi‘râc gecesinde “Sen kendini nasıl övdü isen, ben de seni aynı şekilde övüyorum” buyurması da bu türdendir. Aynı şekilde “Faslu’l-kazâ”da Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in büyük şefaatlerini anlatan sahih hadislerde, bütün yaratılmışlar kendisine sığındıkları zaman mübarek kalplerine ilham buyrulacak medih ve övgülerin daha önce hiç kimseye ilham buyrulmamış olacağı belirtilmiştir.
İlâhî bilgilerin nihayeti ve Allah (c.c.)’ne gidişin sonu yoktur. Namazda bir ayak üzerinde durmak sahih hadisle yasaklandığından, Hanefî mezhebinde mekruh olduğu belirtilerek izahı şöyle yapılabilir: Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in bu yasaklamasından maksat, ibâdetin ruhu mesâbesinde olan huşûu muhâfaza etmektir; öyleyse huşûu bozmamak şartıyla nefisle mücâhedeyi tamamlamak için sözü edilen hareketin gerçekleşmesinde sakınca yoktur. Aynı şekilde az zaman içinde Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmek, “Üç günden daha az bir sürede Kur’ân’ı hatmedenler fakih olamazlar” anlamındaki hadislere aykırı zannedilmesin. Böyle ezber ve sağlamlık, dilin kolaylığı ve zamanın genişlemesi hususunda fevkalâde olarak gerçekleşen durumları, söz konusu hadisin kapsamadığını kabul etmek gerekir. Çünkü Hazret-i Ali (k.v.), sahâbe-i kirâm ve tâbiînin önde gelenlerinden çoğunun bir rekâtta Kur’ân’ı hatmettikleri, hatta bazılarının sadece akşamla yatsı arasında dört defa hatim ettikleri güvenilir yollardan nakledilmiştir. Bunlar evliyanın kerametleri arasında olduğu için itiraz kabul etmez.