Halebî İbrâhim
Haleb’de yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, İbrâhim bin Muhammed bin İbrâhim Halebî’dir. Halebî İbrâhim diye tanınır. 866 (m. 1461) senesinde Haleb’de doğdu. Orada yetişti. 956 (m. 1549) senesinde İstanbul’da vefât edip Edirnekapı kabristanında defnolundu. Boğaz Köprüsü yolu yapılırken, Edirnekapı kabristanı yakınında bulunan Sakızağacı kabristanına nakledildi.
İlk önce, doğup yetiştiği Haleb şehrinde bulunan âlimlerden okuyan Halebî İbrâhim, ilim öğrenmekteki gayret ve arzusunun çokluğu sebebiyle Şam’a, Mısır’a daha sonra İstanbul’a gitti. Oralarda bulunan meşhûr âlimlerin derslerine devam edip, yükseldi. Başta fıkıh olmak üzere; tefsîr, hadîs, ilm-i usûl, ilm-i fürû’, kırâat gibi ilimlerde çok derin âlim oldu. Arab dili ve edebiyatına da hakkıyla vâkıf idi.
Zâhirî ilimleri tahsil ederken, bir taraftan da bulunduğu yerlerdeki tasavvuf büyüklerinin kalblere, rûhlara hayat veren kıymetli sohbetlerinde bulunarak, evliyâlık yolunda ilerledi. Böylece hem zâhirî ve hem de bâtını ilimlerde yetişip zamanındaki âlimlerin en önde gelenlerinden oldu.
İstanbul’a geldikten sonra, Fâtih Câmii’nde bir müddet imamlık ve hatîblik yaptı. Daha sonra da, Osmanlı âlimlerinin büyüklerinden olan Sa’dî Çelebi’nin yaptırdığı Dâr-ül-kurrâ Medresesi’nde müderris oldu. Hemen hemen bütün fıkıh bilgilerini ve İslâm hukukunu ezbere bilirdi. Kanunî Sultan Süleymân Hân zamanında İstanbul’da bulunan âlimler ve verdiği derslere devam eden talebeler, ondan çok istifâde etmişlerdir, İstanbul müftîsi ve kadısı ve Osmanlıların onuncu şeyhülislâmı olan Sa’dî Çelebi, fetvâlar husûsunda karşılaştığı müşkilatlarda Halebî İbrâhim hazretlerine müracaat ederdi.
Yazmış olduğu kıymetli eserlerden Mültekâ-ı Ebhur, Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulurdu. Bu mübârek âlimi, zamanında bulunan ve daha sonra gelen Ehl-i sünnet âlimleri hep medhetmişler, kendisinden hürmet ve edeb ile bahsetmişlerdir.
Haramlardan, şüphelilerden ve dünyâya düşkün olmaktan uzak, dînimizin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli, insanlardan ayrı, kendi hâlinde yaşayan pek üstün bir zât idi. Ya câmide veya evinde olur, başka hiçbir yerde bulunmazdı. Mübârek yüzünü görmekle bereketlenmek istiyen, onu ya mescidde veya mescide gidip gelirken yolda görürdü, ibâdet etmek, ilim öğrenip öğretmek, müzâkere etmek ve öğrendiği ilimleri kitaplara geçirmekten başka hiçbir şeyden zevk ve lezzet almazdı, ilmi ile âmil olan âlimlerin önde gelenlerinden, fazîlet sahibi evliyânın büyüklerinden idi.
Yolda yürüdüğü zaman, uygunsuz kimseleri ve sokaktaki uygunsuz hâlleri görmemek için gözlerini kısar ve hep önüne bakarak yürürdü, insanlardan birini kötüleyerek konuştuğu ve âhırete yaramıyan dünyalık birşey söylediği işitilmemiştir.
Halebî İbrâhim hazretleri, birçok kıymetli kitap yazmıştır. Herbiri Halebî İbrâhim’in ilim ve faziletteki üstünlüğüne ve İslâm âlemine yaptığı hizmetlere birer âdil şâhid olan kitaplarından ba’zıları şunlardır: 1) Mültekâ-i Ebhur: Bu eseri, Kudûrî, Muhtâr, Kenz ve Vikâye gibi kıymetli fıkıh kitaplarının bir hülâsası olup, bütün fıkıh kaidelerini kolay ve akıcı bir üslûpla anlatmaktadır. Bu eseri, hemen hemen Ortadoğu’daki bütün İslâm ülkelerinde meşhûr olup, bilhassa Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuş ve Fransızcaya da tecüme edilmiştir. 2) Gunyet-ül-mütemellî fî şerhi Münyet-ül-musallî: Bu kitap, Sedîdüddîn-i Kaşgâri’nin “Münyet-ül-musallî ve gunyet-ül-mübtedî” adlı kitabının şerhi olup, bu kitabına “Gunyet-ül-mütemellî” ismini vermiştir. Bu eserinin bir adı da “Halebî-yi kebîr”dir. Daha sonra bu eseri, “Halebî-yi sagîr” adıyla yazdığı bir kitapta özetlemiştir. Bu eserinde, namaza âit fıkıh bilgilerini iyi bir tertiple ve anlaşılır bir şekilde îzâh etmiştir. Burhârieddîn-i Mergınânî’nin “Hidâye” adlı eserine, İbn-i Hümâm tarafından yapılan şerhini de kısaltarak yazmıştır. 3) Tabakât-ül-fukahâ: Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin hâl tercümesini anlatan, hem târih, hem de fıkıh ilmi bakımından önemli olan bu eserini, doksan yaşında iken yazmıştır. 4) Telhîs-ül-kâmûs li-Fîrûz-Âbâdî, 5) Dürret-ül-müvahhidîn ve riddet-ül-mülhidîn, 6) Er-Rehsu vel-vaks li-müstehıl-ir-raks, 7) Silk-ün-nizâm şerhu Cevâhir-ül-kelâm: Akaide dâirdir. 8) Şerhu Elfiyet-ül-Irâkî: Hadîs ilmine dâirdir. 9) Şerh-ut-tâiyye lil-Mukrî, 10) El-Kavl-üt-tâmınde zikri vilâdetihî aleyhisselâm, 11) En-Ni’met-üz-zerî’a fî nusret-iş-şeri’a.
Halebî İbrâhim’in yazmış olduğu Halebî-yi kebîr kitabından seçmeler:
“Bir kimsenin özürsüz, sağlam iken kılmadığı namazları, hasta ve özürlü iken kaza etmesi caizdir.”
“Dişler arasında yemek artığı kalıp, altı yıkanamazsa, gusl caiz olur. Çünkü, su akıcı olup, bu artıkların altına sızar. Fakat bu artıklar, çiğnenerek katılaşmış ise, gusl abdesti caiz olmaz. Doğrusu da budur. Çünkü, su, bunun altına sızmaz. Bunda zarûret ve haraç da yoktur.”
“Secdeye yatarken, kamîs, ya’nî entari ve pantalon paçalarını yukarı çekmek mekrûhtur ve bunları yukarı çekip, kıvırıp da namaza durmak da mekrûhdur.”
“Rükû’da sünnetlerden birisi de, topuk kemiklerini birbirine bitiştirmektir.”
“Ayakkabılarını arkada bırakarak namaz kılmak mekrûhtur.”
“Mahalle mescidinde, cemâat az olsa dahi, namazı burada kılmak, cemâati çok olan büyük câmide kılmaktan efdâldir. Mahalle câmiindeki cemâati kaçıranın, başka câmideki cemâate gitmesi efdâldir. Başka câmi cemâatine yetişemezse, yalnız kılmak için, mahalle mescidini tercih etmek efdâldir. Mahalle mescidinde İmâm, müezzin bulunmazsa, cemâatten biri bu vazîfeyi yapar. Başka câmiye gitmezler. Mahalle mescidinin İmâmı, yatsı namazını, beyazlığın gayb olmasını beklemeyip, daha erken, güneşin battığı yerde kırmızılık gayb olunca kılarsa, bununla birlikte erken kılmayıp, beyazlığın da gayb olmasını bekleyip, yalnız kılmak efdâldir. Mahallenin İmâmı fısk ile meşhûr ise, ya’nî büyük günah işliyorsa, başka mescidin cemâatine gitmelidir. Çünkü, mekrûhtan sakınmak, sünnet işlemekten daha önce gelir.”
“Elhân ederek, mûsikî perdelerine uyarak tegannî eden İmâm arkasında kılınan namazı iade etmek (yeniden kılmak) lâzımdır.”
“Hür kadının avuç içinden ve yüzünden ve ayaklarından başka bütün vücûdu avrettir. Çünkü, Peygamberimiz ( aleyhisselâm ); “Kadın avrettir. Açık olarak çıkarsa, şeytan gözlerini çok açarak ona bakar” buyurdu. Ayaklarına avret diyenler de oldu. Allahü teâlâ, Nûr sûresinde meâlen; “Müslüman kadınlar, zînetlerini göstermesinler! İş yaparken zarurî açılanlar günah olmaz. Baş örtülerini yakalarına kadar örtsünler. (Böylece, saçları, kulakları ve göğüsleri iyi örtülsün)” buyurdu. Âyet-i kerîmede (Zînet), ya’nî (süs)leri örtsünler demek, zînet takılan süslenen yerlerinizi örtün demektir. Açılması günah olmıyan zînet yerlerinin, yüz ile el olduğunu, Peygamberimiz bildirdi. Yine bu sûrede meâlen; “Kadınlar ayaklarını yere vurarak yürümesinler ki, ayaklarındaki örtülü zînetlerin sesleri işitilmesin” buyuruldu. Ayakların avret olduğu buradan anlaşılmaktadır.”
“Yan yatarak ayakları birbirine bitiştirip, Kur’ân-ı kerîmi, içinden ezbere okumak veya yürüyerek, iş görerek, hamamda, kabir başında oturup okumak caizdir. Hamamda okuyabilmek için, hamamın temiz olması ve avret yerleri açık olanların bulunmaması lâzımdır. Kitap okuyan, yazan, iş yapan yanında Kur’ân-ı kerîm okumağa başlamak, onlar dinlemedikleri zaman günah olur. Câmide veya başka yerde, birkaç kişinin, aynı zamanda, yüksek sesle Kur’ân-ı kerîmi okumaları tahrimen mekrûhtur. Birinin okuyup, başkalarının sessizce dinlemeleri lâzımdır, işi olanların dinlemesi farz olmaz. Kur’ân-ı kerîmi dinlemek farz-ı kifâyedir ve okunmasından ve nafile ibâdetlerden daha sevâbtır. Kadın, Kur’ân-ı kerîmi kadından öğrenmelidir. Yabancı erkeklerden, a’mâdan bile öğrenmemelidir.” Halebî-yi sagîr kitabından seçmeler “Abdestin edebleri (yapılırsa sevâb olup, yapılmazsa hiç günah olmayan şeyler):
1-Abdesti, namaz vakti girmeden önce almaktır, özür sahiblerinin vakit girdikten sonra alması lâzımdır.
2-Helâda taharetlenirken, kıbleyi sağ veya sol tarafa almaktır. Abdest bozarken, kıbleye önünü ve arkasını dönmek tahrîmen mekrûhtur. Ayakları açıp çömelmek edebdir.
3-Necâset bulaşmamış ise, su ile taharetlenmek edebdir. Necâset, dirhem miktârından (ya’nî miskalden, dört gram ve seksen santigramdan) az ise, yıkamak sünnettir. Dirhem miktarı bulaşmış ise, yıkamak vâcib, fazlasını yıkamak farzdır. Yıkamada aded yoktur. Temizleninceye kadar yıkamalıdır. Sol elin, bir veya iki veya üç parmağının içi ile yıkanır.
4-Tahâretlendikten sonra, bez ile kurulanmaktır. Bez yok ise, el ile kurulamalıdır.
5-Tahâretlendikten sonra, avret mahallini, hemen örtmektir. Tenhâda lüzumsuz açmak edebi bozar.
6-Başkasından yardım istemeyip, abdesti kendisi almaktır, istemeden su döken olursa, caizdir.
7-Kıbleye karşı, abdest almaktır.
8-Abdest alırken konuşmamaktır.
9-Her uzvu yıkarken, Kelime-i şehâdet okumaktır.
10-Abdest duâlarını okumaktır.
11-Ağzına sağ el ile su vermektir.
12-Burnuna sağ el ile su vermektir.
13-Burnu sol el ile temizlemektir.
14-Ağzı yıkarken, dişleri (Misvak) ile temizlemektir. Sağ el parmakları uzatılıp, baş parmakla küçük parmak misvakın altından, diğer üç parmak da üstünden tutarak, üç kerre sağ, üç kerre sol yandaki dişler üzerine hafifçe sürülür. Kuvvetle sürmemeli, dişleri bozar. Hafif sürülünce, dişleri ve diş etlerini kuvvetlendirir. Misvak, Arabistan’da bulunan Erâk ağacının dalından, bir karış uzunlukta kesilen parçadır. Erâk dalı bulunmazsa, zeytin veya başka dallardan da olabilir. Nar dalı olmaz. Misvak bulunmazsa, fırça da kullanılabilir. Bu da yoksa, sağ elin baş parmağını sağ yandaki dişler üzerine, ikinci küçük parmağını sol dişler üzerine üç kerre sürerek temizlemelidir.
15-Ağzı yıkarken, oruçlu değilse, ağzı çalkalamaktır. Boğazında gargara yapmak her zaman mekrûhtur.
16-Burnu yıkarken, suyu kemiğe yakın çekmektir.
17-Kulağı mesh ederken birer parmağı, kulak deliğine sokmaktır.
18-Ayak parmaklarını tahlil ederken, sol elin küçük parmağı ile tahlil etmektir.
19-Elleri yıkarken, geniş yüzüğü yerinden oynatmaktır. Dar, sıkı yüzüğü oynatmak ise lâzım olup, farzdır.
20-Su bol ise de, isrâf etmemektir.
21-Suyu, yağ sürer gibi az kullanmamaktır. Üç defada da, yıkanan yerden en az iki damla su damlamalıdır.
22-Bir kaptan abdest alınca, o kabı dolu bırakmaktır, ibriğin ağzını kıbleye karşı durdurmalıdır. Namaz kılacak bir yolcu, kıble cihetini, ibriğin ağzına bakarak kolayca anlar.
23-Abdest bitince veya ortasında (Allahümmec’alnî minettevvâbîn…) duâsını okumaktır.
24-Abdestden sonra (Sübhâ), ya’nî iki rek’at namaz kılmaktır.
25-Abdestli iken, abdest almaktır. Ya’nî namaz kıldıktan sonra, abdestli iken, yeni bir namaz için, bir daha abdest almaktır.
26-Yüzü yıkarken, göz pınarını, çapakları temizlemektir.
27-Yüzü, kolları, ayakları yıkarken, farz olan yerlerden biraz fazlasını yıkamak. Kolları yıkarken, avuca su doldurmalı, bunu dirseğe doğru akıtmalıdır.
28-Abdest alırken, kullanılan sudan, elbiseye, üste, başa sıçratmamaktır.
Abdest alırken, yapılması menhî, ya’nî yasak olanlar onikidir. Bunları yapmak haram veya mekrûhtur ki, şunlardır:
1-Helada, kırda abdest bozarken, kıbleyi öne, arkaya getirmemelidir. Kıbleye ve mıshafa karşı ayak uzatmak da mekrûhtur. Mısfah yüksekte ise, mekrûh olmaz. Ayrı birşeye sarılı mıshaf, mıska ile helaya girebilir.
2-Tahâretlenmek için, biri yanında avret yerini açmak haramdır.
3-Sağ el ile tahâretlenmemelidir.
4-Su olmadığı zaman, gıda maddesi ile, gübre ile, kemik ile hayvan gıdası ile, kömür ile ve başkasının malı ile, saksı, kiremit parçası ile, kamış ile ve yaprak ile ve bez ile, kâğıd ile taharetlenmek mekrûhtur.
5-Abdest alınan havuza tükürmemeli ve sümkürmemelidir.
6-Abdest a’zâsını, hududundan pek aşırı veya eksik olarak yıkamamalı ve üçten az veya çok yıkamamalıdır.
7-Abdest a’zâsını, taharette kuruladığı bez ile kurulamamalıdır.
8-Yüzü yıkarken, suyu yüze çarpmamalı, alın üstünden aşağı doğru dökmelidir.
9-Suya üflememelidir.
10-Ağzı ve gözleri sıkı kapamamalıdır. Dudağın görünen kısmında ve göz kapağında ıslanmadık az bir yer kalırsa, abdest’ kabûl olmaz.
11-Sağ el ile sümkürmemelidir.
12-Baş, kulaklar veya enseden birini her defasında eli ayrı ayrı ıslatarak, birden fazla mesh etmemelidir. Her defasında ıslatmadan tekrarlanabilir.
Tenbîh: Zarûret, mecbûriyet olmadıkça aşağıdaki onbir şeye riâyet etmelidir:
1-İki eli çolak olan, tahâretlenemez. Kollarını toprağa, yüzünü duvara sürerek teyemmüm eder, Yüzünde de yara varsa, namazı abdestsiz kılar ve namazlarını terk etmez.
2-Hasta olana, zevcesi (hanımı), câriyesi, çocukları, kardeşleri abdest aldırır.
3-Taş ve benzerleri ile taharetlenmek, su yerine geçer.
4-Deli olan veya bayılan kimse, yirmidört saat ayılamazsa, iyi olunca, namazlarını kaza etmez. İçki, afyon, ilâç ile aklı giden, her namazı kaza eder. Yatarak başı ile imâ edemiyecek kadar ağır hastalığı yirmidört saatten çok devam eden kimseden, aklı başında olsa bile namaz sakıt olur.
5-Abdesthâneye girmek için, husûsî şalvar kullanmak ve başı örtülü girmek müstehabdır.
6-Helâya girerken elinde, Allahü teâlânın ismi ve Kur’ân-ı kerîm yazılı bir şey bulunmamalıdır. Birşeye sarılmış veya cebde olmalıdır. Mıska böyledir.
7-Helâya sol ayakla girip, sağ ayakla çıkmalıdır.
8-Helâda avret yerini, çömelince açmalı, konuşmamalıdır.
9-Avret yerine ve necâsete bakmamalı, helaya tükürmemelidir.
10-Helâda birşey yememeli, içmemeli, şarkı söylememeli, ıslık çalmamalı, sakız çiğnememelidir.
11-Hiçbir suya, câmi duvarına, kabristana ve yola abdest bozmamalıdır.
Abdestin farzları, sünnetleri, edebleri ve menhî, ya’nî memnu’ olan şeyleri vardır. Abdestsiz olduğunu bilerek zarûretsiz namaz kılan kimsenin îmânı gider. Namaz kılarken abdesti bozulan, hemen omuzuna selâm verip, namazdan çıkar. Vakit çıkmadan abdest alıp, namazını baştan tekrar kılar.
“Kur’ân-ı kerîmi nağme ile, ya’nî sesi mûsikî perdelerine uydurarak okumak, harfleri bozmaz ise, âlimler mekrûh demiştir. Zîrâ fâsıkların nağmelerine teşebbüh ya’nî benzemektir. Eğer harfler değişir ise, haramdır. Okuması mekrûh olan birşeyi dinlemek de mekrûhtur. Okuması haram olan şeyi dinlemek de haramdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan hafızlara emr-i ma’rûf yapmak vâcibdir. İnadlarına, düşmanlıklarına sebep olacak ise bunları dinlememeli, orayı terk etmelidir, iş görenler ve yatanlar arasında yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okunursa, okuyan günaha girer. Kur’ân-ı kerîmi okunamıyacak kadar küçük harflerle yazmak böyle küçük Kur’ân-ı kerîm almak günahtır.”
Halebî İbrâhim hazretlerinin yazdığı Halebî-yi kebîr isimli eserde, Kur’ân-ı kerîm okumakla alâkalı kısımda buyuruluyor ki:
Namaz dışında kırâat: Namaz caiz olacak kadar, ya’nî namazda okuyacak kadar lâzım olan miktarda Kur’ân-ı kerîmden âyet-i kerîmeler ezberlemek her mükellefe farz-ı ayndır.
Kur’ân-ı kerîmi mıshaf-ı şerîften ya’nî bakarak okumak, ezbere okumaktan daha faziletlidir. Böyle yapılınca gözler de ibâdet etmiş olur. Hem Kur’ân-ı kerîm okumak, hem de mıshaf-ı şerîfe bakarak okumak gibi iki ayrı sevâb bir araya gelmiş olur.
Kur’ân-ı kerîmi, ona olması gereken hürmet ve ta’zîmin fazlalığından dolayı, abdestli olarak ve kıbleye dönmüş olarak okumalıdır. Hattâ, Kur’ân-ı kerîm okurken en güzel elbiseyi giymelidir. Okuduğu sûre bitip diğer sûreye geçmediği ve dünyevî bir iş ve söz ile fasıla vermediği müddetçe, başlarken okuduğu E’ûzü besmele ile devam edip bitirir.
Muhammed bin Mukâtil ( radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Berâe (Tevbe) sûresi yazıldığı ve bir önceki sûreye bitişik okunduğu zaman Besmele terkedilir. Fakat okumaya Berâe sûresinden başlanırsa, o zaman Besmele terk edilmez” Ebü’l-Kâsım Semerkandî ( radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Bu husûsta sahîh olan Muhammed bin Mukâtil’in sözüdür.”
Ba’zı âlimler buyurdular ki: “Bir kimse, Kur’ân-ı kerîmin hakkını eda etmek isterse, her hafta onu hatmetmelidir.” Ayda veya kırk günde bir kerre hatmedilmesinin evlâ olduğu da bildirilmiştir.
Dârimî’nin Müsned’inde bildirildiğine göre, Eshâb-ı Kirâmdan Sa’d bin Ebî Vakkâs ( radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Kur’ân-ı kerîmin hatmi (bitirilmesi) günün evveline rastlarsa, melekler akşama kadar o kimse için istiğfar ederler. Kur’ân-ı kerîmin hatmi gecenin evveline (ya’nî akşama) rastlarsa, melekler sabah oluncaya kadar o kimse için istiğfar ederler.”
Yatarken Kur’ân-ı kerîm okumak istenildiğinde (meselâ uyumak için yatağına yatınca) ayaklar bitiştirilmeli ve toplanmalıdır. Böyle yapınca okumakta mahzur yoktur. Böyle yapmak Kur’ân-ı kerîme ta’zim ve hürmet içindir.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Bir müslüman yatağına gelip yatacağı zaman Kur’ân-ı kerîmden bir sûre okursa; Allahü teâlâ o mü’min için bir melek vazîfelendirir. Melek, o mü’min uyanıncaya kadar, ona eziyet verecek hiçbir şeyi yanına bırakmaz(yaklaştırmaz).”
Yürümek ve çalışmak esnasında, şayet bu işler (yürümek ve çalışmak) kalbini meşgûl etmiyorsa, yürürken ve çalışırken Kur’ân-ı kerîm okumak caizdir. Eğer yürümek ve çalışmak kalbin Kur’ân-ı kerîm ile meşgûl olmasına mâni olursa mekrûh olur. Gusl abdesti alınan yerde ve pis olan yerlerde Kur’ân-ı kerîm okumak mekrûhtur.
Bir kimse, fıkıh ile alâkalı birşey yazan ve dinlemesi mümkün olmayan kimsenin yanında Kur’ân-ı kerîm okumaya başlasa, günâhı Kur’ân-ı kerîmi sesli olarak okumaya başlayanadır. Bunun için bir kimse, yatan kimselerin yanında sesli olarak Kur’ânı kerîm okumaya başlasa, günâha girer. Sessiz okuması lâzımdır.
Bir çocuk evde Kur’ân-ı kerîm okumaya başlasa, evde bulunan diğerleri de başka bir işle meşgûl oluyorlar iseler hüküm şöyledir: Şayet, çocuk okumaya başlamadan evvel onlar işe başlamışlar ise dinlemeyi terk etmekte ma’zurdurlar. Ancak, önce okuma başlamış ise, bu hâlde dinlemeleri, işe başlamamaları lâzımdır. Kur’ân-ı kerîm okunan yerde fıkıh (din dersi) okumak da böyledir.
Asıl olan, Kur’ân-ı kerîm okunurken dinlemenin farz-ı kifâye olduğudur. Çünkü Kur’ân-ı kerîmi dinlemek, ona hürmet ve iltifât içindir. Bu ise, bir kısım kimsenin dinlemesi ile hâsıl olmakta, yerine getirilmektedir. Nitekim bir cemâate selâm veren müslümana, o cemâatten birisi cevap verince, diğerleri için de kâfi gelmekte, selâm veren müslümanın hakkına riâyet edilmekte, hakkı yerine getirilmiş olmaktadır.
Kur’ân-ı kerîm okuyanın, ona hürmet ve ta’zim üzere okuması, hürmet ve ta’zimi bozacak şekilde okumaktan sakınması gerekir. Meselâ çarşı-pazarda, iş-güç yerlerinde Kur’ân-ı kerîmi dinlemesi mümkün olmayanların (ve dinlemiyecekleri bilinenlerin) yanında sesli olarak okumak, onun hakkını zayi etmek olur ki, o zaman okuyan kimse günahkâr olur. Rızıklarını te’min ettikleri işleri ile meşgûl olanlar, o anda, sesli olarak okunan Kur’ân-ı kerîmi dinliyemedikleri için ma’zûr olmakta, günahkâr olmamaktadırlar. Ders vermekle meşgûl olan veya fıkıh ilmi çalışan kimsenin yanında Kur’ân-ı kerîm okunması da böyledir. Dünyevî geçim zarûreti için çalışma esnasında, sesli okunan Kur’ân-ı kerîmi dinlememek özür olunca, dînî bir zarûret ve ihtiyâçtan dolayı (ilim öğrenmek için) dinliyememek elbette özür olur. Ancak buradaki özür, dersin, ilmî müzâkerenin, Kur’ân-ı kerîm okunmasından önce başlamış olması halindedir, önce Kur’ân-ı kerîm okunmaya başlamış ise, o hâlde dinlemek elbette lâzımdır.
Kur’ân-ı kerîm okurken, okuyanın hoca ve babası gibi, hürmete lâyık birisi gelince, Kur’ân-ı kerîm elinde olarak kalkması mekrûh değildir.
Kur’ân-ı kerîmi dinlemek, okumaktan daha faziletlidir. Çünkü dinlemekle farz yerine getirilmiş olur. Aynı şekilde Kur’ân-ı kerîm okumak, tatavvu (ya’nî nafile) ile meşgûl olmaktan daha faziletlidir.
Okunan yerde başka işle meşgûl olanlar bulunmazsa, güzel okumakla öğünmek ve riya gibi bir tehlike de yoksa, Kur’ân-ı kerîmi sesli olarak okumak, sessiz okumaktan daha faziletlidir.
Kâfire Kur’ân-ı kerîm âyetleri ve fıkıh bilgisi öğretmekte mahzur yoktur. Bu hâl onun hidâyetine, İslâm ile şereflenmesine vesile olabileceği ümîd edilir. Fakat kâfirin, Kur’ân-ı kerîme gusl abdesti almadan dokunması caiz değildir.
Kur’ân-ı kerîmi öğrenip sonra unutan kimse, büyük günah işlemiştir. Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Mescidden tozu toprağı çıkarmasına (mescidi temizlemesine) kadar ümmetimin ecir ve (sevâbları) bana arz olundu. Ümmetimin günahları da bana arz olundu. Kişinin, kendisine Kur’ân-ı kerîmden bir sûre veya âyet verilip (onu ezberleyip)de unutmasından daha büyük günah görmedim.”
Kur’ân-ı kerîmi öğrendiği hâlde unutmak demek, mıshafa bakarak okuyamıyacak hâle gelmek demektir.
Âyet-i kerîmeleri duvarlara ve mihrâblara güzel olmayan şekilde yazmayı âlimler hoş görmemişlerdir. Mıshaf-ı şerîfi tezyin etmekte (süslemekte) mahzur yoktur. Çünkü böyle yapmak, Kur’ân-ı kerîmi herkesin nâzarında büyültmek olduğundan iyi ve fâidelidir.
Mıshaf-ı şerîf çok okumak sûretiyle yıpranıp okunamıyacak hâle gelince, temiz bir beze sarılır ve ayak altı olmayan temiz bir yere gömülür.
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-1, sh. 80
2) El-A’lâm cild-2, sh. 66
3) Tabakât-üs-seniyye cild-1, sh. 222
4) Kevâkib-üs-sâire cild-2, sh. 77
5) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 27
6) Kâmûs-ül-a’lâm cild-1, sh. 568
7) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 461 cild-2, sh. 23
8) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 308
9) Şakâyık-ı Nu’mâniyye (Vefeyât-ül-a’yân kenarı) cild-2, sh. 110
10) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 492
11) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1009,
12) Keşf-üz-zünûn sh. 268, 617, 890, 1264, 1310, 1814, 2034
13) Rehber Ansiklopedisi cild-7, sh. 38