Ferasetleri
İmâm-ı Âzam (r.a.), talebelerinden bir kısmının geleceklerini önceden sezip, ilerideki durumlarını anlatmıştı. Daha sonra her biri hakkında ne söylemişse haber verdikleri şekilde gerçekleşti. Onlardan birisi, İmâm-ı Züfer (rh.a.)’dir ki İmâm-ı Âzam (r.a.)’in üstün ferâsetine uygun olarak hareket etti.
Dâvud-ı Tâî (k.s.) da, ferâseti ile hakkında önceden bilgi verdiği kişilerden olup, uzleti seçerek ibâdet köşe- sine çekilen kimsedir.
[İmâm-ı Züfer (rh.a.) hakkındaki ferâsetlerinin ne olduğu açıkça söylenmemiştir. Muhtemelen bu; İmâm-ı Züfer (rh.a.)’in henüz hadis ilmiyle meşgul olmaya başladığı sırada, Ebû Hanîfe (r.a.)’in yoluna girerek kıyas ve ictihat meselelerinde akranlarına üstün olacağının keşfedilmesidir. Çünkü İmâm-ı Züfer (rh.a.) hadis ilmine çok emek vererek hadis imamlarının arasına geçtikten sonra fıkıh ilmi tahsiline girişerek İmâm-ı Âzam (r.a.)’in meclisinde bulunmaya başlamıştı. Az bir zaman içinde iltifatlarına mazhar olmuş, çok mesâfe katetmiş, hatta; “İmâm-ı Züfer, kıyas ile hüküm çıkarmada talebelerimin en âlimi ve en olgunudur” diye onun övgüsünü de kazanmıştır. Ya da İmâm-ı Züfer (rh.a.)’in kadılık mesleğine rağbeti olmadığı hâlde, genel isteğe muhalefet etmeye vicdânının razı olmayacağını bildiğinden veya bu yoldan her hâlükârda nasibi olduğunu ilham yoluyla anladığından, ileride bu yola (fıkha) gireceğine dair vermiş olduğu bilgi kasdedilmiş olabilir. Gerçekten İmâm-ı Züfer (rh.a.), bir miras hususundan dolayı Basra’ya gelip meseleyi hallettikten sonra belde halkının, kendisinin sohbetine devam etmeye meyilli olmalarından dolayı orada kalmayı tercih etmiş, daha sonra da kendisine arz edilen kadılık makamını kabul etme hususunda seçkinlerin ve halkın beraberce ricalarını yerine getirerek ölünceye kadar Basra Kadısı olarak kalmıştır.]
İmâm Ebû Yûsuf (rh.a.) de, İmâm-ı Âzam (r.a.)’in haber vermiş olduğu gibi Hârûnü’r-Reşîd zamanında baş- kadılık görevini kabul etti. Görüştükleri Medîne-i Münevvere âlimleri içinden İmâm-ı Mâlik (r.a.)’in diğerlerinin önüne geçerek kemal ve refah içinde olacağına inanıyordu. Gerçekten zamanında yaşayan müctehit imamlardan hiçbiri ilim ve kemal bakımından İmâm-ı Mâlik (r.a.)’in yüksek derecesine erişemedi.
Hâfızası güçlü olan kimselerin hadis toplayıcısı; genelde uzun sakallıların ahmak ve bön olduklarına; uzun boylu olanların içinde akıllıların nâdir bulunduğundan bunların dikkat ve ibrete şâyân olduklarına ilk önce hükmeden İmâm-ı Âzam (r.a.)’dir.
Kadılık makamı teklif edilmek için Süfyân, Mis‘ar b. Kidâm ve Şüreyk (rh.a.e.) ile beraber İmâm-ı Âzam (r.a.), Halîfe Mansûr’un huzuruna çağrıldığı zaman, yolda giderken arkadaşlarına şöyle dedi: “Ben hakkı- mızda bir tahminde bulunayım: Halifenin huzuruna vardığımızda ben bir hile ile, Mis‘ar da delilik numa- rasıyla kendimizi kurtarırız. Süfyân ise oraya varmadan yolda firar eder. Bu teklifi içimizde ancak Şüreyk mecburen kabul eder.” Gerçekten de öyle oldu. Yolda giderken Süfyân es-Sevrî (rh.a.) abdest tazelemek için arkadaşlarından ayrılarak su kenarında bulunan bir bahçeye girdi. Muhafız olarak görevlendirilen asker ise duvarın arkasında bekliyordu. Süfyân, tesadüfen nehirden geçmekte olan ot yüklü bir gemide bulunan yolculara: “Beni boğazlamaya kasdeden düşmanım şu duvarın arkasına gizlendi; şimdi üzerime hücum edecek” diyerek (Süfyân (rh.a.), bu sözü “Kim kadı tayin edilirse, bıçaksız kesilmiştir.” hadîs-i şerîfini düşünerek söylemiş olmalıdır) sığınma isteyince, gemidekiler hâline acıyarak Süfyân (rh.a.)’i gemiye aldılar. Gemi bir hayli açıldıktan sonra kendisini bekleyen muhafız, künyesiyle birkaç defa seslendi; cevap alamayınca bahçeye girmek zorunda kaldı. Süfyân (rh.a.)’i bulamayınca, uzaktan görünen gemiye binmiş olması ihtimalini aklına getireceği yerde, “Anlaşılan keramet sahibiymiş; suyun karşı yakasına geçip gidivermiş.” diyerek üzüntü ile geri döndü.
Diğer üç arkadaş Halîfe Mansûr’un huzuruna çıktıklarında Mis‘ar hemen halife ile musâfaha edip “Ey müminlerin emiri! Nasıl geçinirsiniz? Cariyeleriniz iyiler mi? Atlarınız, develeriniz nicedir? Beni kadılık makamına geçirir misiniz? Kadılık ne iyi şeydir” yollu münasebetsiz sözlere başlayınca, halifenin yanındaki mâbeyincilerinden biri: “Efendim, bu mecnun olmalıdır” dedi. Halife de onu tasdik ederek Mis‘ar (rh.a.)’i dışarıya çıkarttı. Ardından Ebû Hanîfe (r.a.)’i çağırdı. Ebû Hanîfe (r.a.) Halifenin yanına gidince: “Ben Nu‘mân b. Sâbit b. Memlûk’üm. Aynı zamanda esnafım, ipekçilikle uğraşmaktayım. Kûfe halkı benim gibi esnaftan sayılan bir kölezâdenin kadı olmasından hoşnut olmaz zannederim” dedi. Halife de “Pek doğru söyledin” diyerek Ebû Hanîfe (r.a.)’in bu göreve gelmek istememesini kabul etti. Ardından Şüreyk (rh.a.)’i hiç konuşturmadı. “Senden başka kimse kalmadı” diyerek onun Kûfe Kadısı olmasını emretti. “Efendim, benim unutkanlığım çoktur.” deyince: “Günlik çiğnemeye devam edersin” dedi. “Benim biraz hafîfliğim vardır” dediyse de Halife: “Hüküm vermek için makamına oturmadan fâlûze pişirtip yersin” dedi. Sonra Şüreyk (rh.a.): “Giden gelen kimi haksız görürsem mahkûm ederim. Ben hatır gönül tanımam” dedi. Halife de: “İstersen benim oğlumun aleyhine hüküm ver, senin hükmüne kimse müdahale edecek değildir” dedi. Bunun üzerine Şüreyk (rh.a.) kaçmak için bir kurtuluş yolu bulamadığından kadılık görevini kabul etmeye mecbur oldu ve Ebû Hanîfe (r.a.)’in sözü tamamıyla yerini buldu.
İmâm-ı Âzam (r.a.)’in ferâsetine dair meşhur hikâyelerden biri de şudur:
Bir gün Ebû Hanîfe (r.a.)’in talebelerinden hiçbirisinin tanımadığı bir kişi mescidin önünden geçiyordu.İmâm-ı Âzam (r.a.): “Onun yabancı ve ilkokul öğretmeni olduğunu, yeni içinde tatlı bir şey sakladığını zannediyorum” dedi. Araştırdılar, gerçekten öyle birisi olduğu anlaşıldı. Bunu, nasıl anladığı sorulunca: “Sağa sola bakmasından yabancı olduğunu, gelip geçen çocuklara bakınmasından öğretmen ve yeni üzerine sineklerin konmasından da tatlı bir şey taşıdığını anladım” dedi.