Elaçıklığı ve Cömertlikleri

Tarihçilerin hepsi şöyle der: Ebû Hanîfe (r.a.) insanların en cömerti idi. Gerek talebelerine, gerek kendisine başvuran diğer insanlara karşı cömertliği tasavvur edilemeyecek ölçüde idi. İhtiyaç sahiplerini evlendirir, gerekli olan şeyleri evlerine gönderirdi. Bir gün aynı mecliste oturduğu kişilerden birinin üzerindeki elbisesini eskimiş görünce, ona insanlar dağılıncaya kadar beklemesini söyledi. Sonra “Minderin altında bulduğunu al da biraz süslen!” dedi. İşaret ettiği paranın miktarı ise bin dirhemden daha az değildi.
İmâm Ebû Yûsuf (rh.a.)’den nakledilmiştir: İmâm-I Âzam (r.a.)’den ne istense verirdi. Biricik oğlu Hammâd, Fâtihâ sûresini öğrendiğinde hocasına beş yüz, başka rivâyette bin dirhem gönderdi. Hocasının: “Ben ne hizmette bulundum da bana böyle yüklü miktarda bir para göndermiş.” dediğini duyunca yanına çağırtmış ve “Sen oğluma öğretmiş olduğun Kur’ân-ı Kerîm’i az mı zannediyorsun? Vallahi eğer hazırda bulunmuş olsaydı Kur’ân-ı Kerîm’e saygı için daha fazlasını verirdim” demiştir.
Her yıl Bağdat’a gönderdiği malların ticaretinden elde edilen kazancı toplayarak muhaddis şeyhlerin ihtiyaç duyduğu yiyecek ve giyeceği satın alır, geriye kalan parayı da derecelerine göre aralarında paylaştırırdı ve şöyle derdi: “Şunları alın, istediğiniz gibi harcayın ve Cenâb-ı Allah’tan başkasına şükredip övgüde bulunmayın. Verdiğim mal gerçekte benim değil, sizin nasibiniz olarak benim elimden size intikal eden İlâhî bir lütuftur.”
Vekî‘ (rh.a.), Ebû Hanîfe (r.a.)’in kendisine şöyle dediğini anlatır: “Dört bin dirhemden fazla olanı elimden çıkararak infak etmek kırk seneden beri âdetimdir. Dört bin dirhemi alıkorum; çünkü Alî (k.v.)’den rivâyet edildiğine göre kazanılan miktarı sadaka olarak vermek kasdıyla bu kadarını alıkoymak meşrûdur. Eğer şu bildiğin nâmert kimselere muhtaç olmaktan korkmamış olsam Allah (c.c.) bilir ki bir dirhemini bile tutmazdım.”
Süfyân b. Uyeyne (rh.a.) der ki: “Ebû Hanîfe (r.a.) çok tasadduk ederdi. ticaretten elde ettiği kazancın hepsi- ni infak eder, bir habbesini bile yanında tutmazdı. Bir keresinde bana o kadar çok hediye gönderdi ki şaşırıp kaldım. Talebelerinden birine bunu söylediğimde, “Sen Saîd b. Ebî Arûbe’ye gönderdiği hediyeleri görmüş olsaydın, daha çok şaşırırdın” dedi. Zamanındaki muhaddislerin her birine bu şekilde ikram ederdi.
Mis‘ar b. Kidâm (rh.a.) şöyle söyler: “Ebû Hanîfe (r.a.) kendisine ve çoluk çocuğuna elbise, meyva veya bir başka şey satın alacak olsa, önce onun bir mislini önde gelen âlimlere ve onların çocuklarına satın alırdı.”
İmâm Ebû Yûsuf (rh.a.) ise şöyle der: “İmâm-ı Âzam (r.a.) ihsan ettiği bir şey karşılığında kendisine teşek- kür edilecek olsa üzülür ve “Teşekkür Cenâb-ı Hakk’a mahsustur. Bu nimeti sana ulaştıran ancak Kerîm olan Allah (c.c.)’dür.” derdi. Yirmi yıl sürekli olarak çoluk çocuğumla beraber benim ihtiyacım olan nafakayı temin etti. Bir gün “Sizden daha cömert bir kişi görmedim” dediğimde, “Üstâdım Hammâd’ı görmüş olsaydın bu sözü söylemezdin; onun gibi güzel hasletlerin tamamını en iyi şekilde kendinde toplamış bir kişi görmüş değilim” dedi.”
[İmâm Ebû Yûsuf (rh.a.) başlangıçta fakir ve aynı zamanda yetim olduğundan, annesi onu bir kassâr (çır- pıcı, çamaşır temizleyicisi) yanına vermişti. Fakat yolu Ebû Hanîfe (r.a.)’in mescidine uğrayarak birkaç defa ders zamanına tesadüf etmiş, irfan lezzetinden zevk alınca derse devam etmeye karar vermişti. Kassârın yanında çalışmayı bırakınca bir gün annesi İmâm (r.a.)’in meclisine gelerek: “Oğlumun günlük rızkını tedarik etmesine mâni oluyorsunuz. Kassârın dükkânını terk edip sizin yanınızda durmaktan eline ne geçer, elinde bir sanat bulunmazsa ileride bu çocuk ne yapar?” diye yerli yersiz söylenmeye başlar. İmâm-ı Âzam (r.a.) de: “Ey ahmak kadın! Oğlunu temizlikçi yapmakla ne yüz ağartabilirsin? Oğlunun saâdet ve selametini istersen tahsiline mâni olma. Çünkü bizim meclisimizde elde edeceği mârifet, ona fıstık yağıyla pişmiş pâlûze yedirir” der. Daha sonra da Ebû Yûsuf ’a harçlık vermeye başlayarak sıkıntı çektirmez. Gerçekten Hârûnü’r-Reşîd, halifeliği zamanında İmâm Ebû Yûsuf ’a ikram ve hürmet hususunda çok titiz davranır, genellikle beraber yemek yerdi. Padişâhlara lâyık olan sofraya fıstık yağıyla pişmiş pâlûze konup da İmâm-ı Âzam (r.a.)’in kerameti anıldıkça rahmetle yâd edilirdi. Annesi de o zamanlara yetişip dünyevî ve mânevî lezzetlerden faydalanmıştır. Bu konuda tarih kitaplarında güzel hikâyeler vardır.]
Şakîk (rh.a.)146 der ki: “İmâm Ebû Hanîfe (r.a.) ile bir gün yolda beraber gidiyorduk. Uzaktan İmâm (r.a.)’i görüp de başka sokağa sapan bir adamı yanına çağırdı. Yoldan sapmasının sebebini sordu. “Efendim, size on bin dirhem borcum var. Arası çok açıldığı hâlde ödeyemediğimden sizden utandım ve gizlenmeye çalıştım” demesi üzerine İmâm-ı Âzam (r.a.): “Sübhânallah! Sen bu derece sıkıntıya düştün mü? Burada bulunanlar şahit olsunlar, alacağım olan meblağı tamamen sana bağışladım. Bundan böyle rahat ol, fakat bu ana kadar ben isteyeceğim diye korkup rahatsız olduğuna üzüldüm. Senden beni bağışlamanı rica ederim” dedi. İşte Ebû Hanîfe (r.a.)’in gerçekten zühd ve cömertlik sahibi olduğunu daha o zamandan anladım.”
Fudayl b. Iyâz (k.s.) şöyle demiştir: “Ebû Hanîfe (r.a.) çok ikram sahibi idi, az konuşurdu. İlim ehline çok hürmet eder, saygı gösterirdi.”
Şüreyk (rh.a.) de İmâm-ı Âzam (r.a.)’in ilim öğrettiği talebelere çok ikramda bulunduğunu, hatta çoluk çocuklarının ihtiyaçlarını bile karşıladığını ve sürekli olarak eğitimini tamamlayanlara en büyük zenginliğe eriştikleri müjdesini verdiğini anlatır. Bir defa İbrâhîm b. Uyeyne (rh.a.) dört bin dirhemden fazla bir borcundan dolayı tutuklandığında, kurtulması için kardeşlerinden biri sevdiklerinden para toplamaya başlar. Birçok kişiyi gördükten sonra İmâm-I Âzam (r.a.)’in yanına varır ve maksadını açıklar. İmâm-ı Âzam (r.a.) toplanmış olan paraların İbrâhîm’e verilmesini söyler ve borcun tamamını kendisi üzerine alır.
İmâm-ı Âzam (r.a.) bir kimsenin kendisine verdiği hediyeyi kabul eder, karşılığında da birkaç mislini verir. Bunun üzerine o kişi: “Böyle karşılık vereceğini bilseydim hediyeyi vermezdim” der. İmâm-ı Âzam (r.a.) ise: “Hayır, gerçek o şekilde değil. Ben ne kadar hediyeye karşılık versem de “Üstünlük önce davrananındır” hükmüne göre fazilet senindir. Heytem b. Adiyy’in Ebû Sâlih’ten muttasıl senetle rivâyet ettiği merfû hadisi işitmedin mi? Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurur: “Her kim size bir iyilik ederse gücünüz yettiği kadar karşılık vermeye özen gösteriniz. Âciz olduğunuz durumda ise hayır dua edip güzel övgülerle onu anınız ve saygı gösteriniz.” O kişinin büyük âlimlere hediye vermesinden de anlaşıldığı gibi ilme büyük rağbeti vardır. Yukarıdaki hadisi Ebû Hanîfe (r.a.)’in ağzından duymaktan dolayı son derece sevinmiş ve “Bu hadis benim yanımda bütün mal ve mülkümden daha sevgilidir” diye minnettarlığını açıkça göstermiştir.