Doğumdan İrtihâline İmâm-ı Âzam Ebû Hânife (R.A)

A. İsmi, Nesebi ve Soyu
Elimizde İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in hayatı hakkında yazılmış birçok kitap bulunmaktadır. Ancak ben tarafgir davranmakla itham edilmemem için özellikle bunlardan Hanefîler tarafından yazılanları dikkate almadım. Burada bizi asıl ilgilendiren de ifrat ve tefritten uzak bir şekilde İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın hayatı hakkında gerekli bilgiyi vermektir. Taassubdan tamamıyla uzak kalmak amacıyla ben imkan ölçüsünde Hanefilerin dışındaki kaynaklardan nakilde bulunacağım ve dipnotta kullandığım kaynağı da belirteceğim.
Zehebî, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında şu bilgileri vermektedir: O ümmetin fakîhi, Irak’ın âlimi Ebû Hanîfe en-Nu‘man b. Sâbit b. Zûtî et-Teymî el-Kûfî olup dedesi Zota, Benî Teymullah b. Sa’lebe’nin azâdlı kölesidir. Onun köle değil hür olan Fârisoğullarından olduğu da söylenmektedir. Bu bilgileri veren Zehebî’nin hanbeli mezhebine mensup ve ehl-i hadîs mesleğini benimsemiş olduğunu bilmekteyiz. Şâfiî mezhebine mensup olduğunu bildiğimiz Ahmed b. Hacer el-Heytemî el-Mekkî de büyük bir saygı içinde Ebû Hanîfe (r.a.)’in nesebini vermekte ve bu konudaki ihtilafa işaret ederek şöyle demektedir: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in nesebi konusunda âlimler ihtilaf etmiştir. Çoğunluğun ve titizliğiyle tanınan âlimlerin tercihine göre o Arap değildir. Hatib el-Bağdâdî’nin Ömer b. Hammad’dan nakline göre babası Hind bölgesinde bulunan Kâbul halkından Sâbit b. Zûtî b. Mâ’dır. Dedesi Zota, Benî Teymullah b. Sa’lebe tarafından esir alınmış, müslüman olunca azad edilmiştir. Böylece İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in babası Sâbit Müslüman olarak doğmuştur.
Dedelerinin aslen Enbarlı oldukları daha sonra Nesa’ya yerleştikleri ve İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın burada dünyaya geldiği yetişkinlik çağından sonra ise buradan ayrıldığı, ayrıca Tirmizli olduğu da kaynaklarda zikredilmektedir. Söz konusu dört bölgede de bulunmasına herhangi bir engel de bulunmamaktadır. Torunu şöyle demiştir: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın nesebi, Numan b. Sâbit b. Numan b. Merzubân’dır ve aslı köle olmayanlardandır. Bizim soyumuzda kölelik söz konusu olmamıştır. Sâbit küçük yaşlarında Hz. Ali (r.a.)’i ziyaret etmiştir. Hz. Ali (r.a.) kendisi ve soyu için bereket duâsında bulunmuştur. Bu duânın bize de isâbet etmesini ümit etmekteyiz. Bazı menâkıp yazarları torununun nesebini daha iyi bileceğini düşünerek onun açıklamalarının doğru olacağı görüşünü benimsemişlerdir. Onun Benî Yahya b. Zeyd b. Esed el-Ensarî’den Zota’ya nisbet edildiği dikkate alınarak Arap olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü sadece bazı Hanefiler savunmuştur. Bütün bu bilgilerden sonra İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in Arap veya Fars olmasının önemi bulunmadığının, asıl önemli olan husûsun ise onun Iraklı bir âlim ve ehl-i re’yin tartışmasız imâmı kabul edildiğinin bilinmesidir. Onun hayatını yazan târihçiler, ismiyle ilgili bazı nükteleri de nakletmektedir. Nitekim ismi olan Nu‘man’da bazı sırların bulunduğu ifade edilmiştir. Buna göre Nu‘man kelimesinin aslının bedeni ayakta tutan kan, bazıları ise bedeni ayakta tutan ruh anlamına geldiğini belirtmişlerdir. Bu sebeple İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) fıkhı ayakta tutan, onun anlaşılmayan yönlerini ortaya koyan kimsedir. Nu‘man kelimesinin kırmızı boya veya erguvan anlamına geldiği de ifade edilmiştir. Buna göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in karekteri hoş olmuş, kendisi de kemâle ermiştir.
Nu‘man nimet kelimesinden gelmekte ve fu‘lân veznindedir. Buna göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) Allâh (c.c.)’nun mahlukatı için seçtiği bir nimettir Bütün bunlar, imâmına taassubla bağlanan bir hanefînin değil, şâfiî mezhebine mensup bir âlimin açıklamalarıdır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın ismiyle ilgili yapılan açıklamalar bunlardır. Künyesi hakkında ise şöyle demişlerdir: Hanîfe, hanif kelimesinin müennesi olup dünyadan yüzünü çevirip Hakk’a dönen, Allâh (c.c.)’e ibadet eden müslüman kimse anlamına gelmektedir. Nitekim kelimenin kökü olan H-N-F dönmek, meyletmek anlamındadır. Bazıları, sürekli yanında hokka taşıması sebebiyle bu şekilde künyelendiğini ileri sürmüşlerdir. Zira Iraklılar hokkaya “hanefiyye” demekteydiler.
Büyük kızının isminin Hanîfe olmasından dolayı bu künyeyi aldığı da ileri sürülmüştür. Ancak âlimlerin çoğu Ebû Hanîfe Kureşî el-Cevâhirü’l-Mudiyye isimli eserinde Ebû Hanîfe (r.a.)’ın soyunu önce Ya’kub sonra da Adem (a.s.)’a kadar zikretmektedir. Buna göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in Ya’kub peygambere kadar soyu şöyledir: Nu‘man b. Sabit b. Kâvus b. Hürmüz b. Merzübân b. Mihran b. Mihkerz b. Mâhsîr b. Hasnesil b. Edrefûr b. Berdfeyrûz b. Seydûs b. Riftâr b. Aytkûr b. Kirdebû b. Şîrdâr b. Vâdîn b. Şeydûsî b. Yezid b. Baht Tûdbân Şârân b. Hürmüz Deyyâr b. Hânsâvâ b. Dînâr b. Kimyâr b. Derîn b. Şeydûş b. Kûderd b. Sâsânülmelik b. Bâbekül- melik b. Behremes b. Melik b. Sâsân b. Behmen b. Esfendiyâ Melik b. Kestâsb Melik b.Behrâs Melik b. Ketmes Melik b. Mutcehr b. Melik b. Yakub en-Nebî (a.s.) (r.a.)’in oğlu Hammad’dan başka çocuğu bulunmadığı için bunu doğru bulmamıştır.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in ismi, nesebi ve soyu fazla önemli değildir. Bize göre soyu itibarıyla Fars, doğumu ve yetişmesi açısından Arap’tır. Bundan dolayı herhangi bir kimsenin rahatsız olacağını veya bunu kabul etmeyeceğini de zannetmiyorum. Çünkü İslâm’da insanlar takva esasına göre değer kazanır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.); “Allâh insanları fizîkî yapılarına ve mal varlıklarına göre değil, takvalarına ve amellerine göre değerlendirir ve ameli yeterli olmayanı soyu öne geçiremez” buyurmuştur. Tâbiîn döneminde ve İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in yaşadığı asırda da fakihler Arap değil, mevâlîdendi. Bu durumu Ata şöyle anlatmaktadır: Rusâfe’de Hişam b. Abdülmelik’in huzuruna çıktığımda; “Bölgelerin âlimlerini biliyor musun?” diye sordu. Ben; “Evet, ey müminlerin emiri” dedim. Bunun üzerine; “Medine’nin fakihi kim?” dedi. Ben; “İbn Ömer (r.a.)’in azadlı kölesi Nâfi” dedim. “Mekke’nin fakihi kim?” diye sordu. “Ata b. Ebû Rebah” dedim. “Mevâlîden mi yoksa Arap mı?” diye sordu. “Mevâlîden” dedim. “Yemen’in fakihi kim?” diye sordu. “Tâvus b. Keysan” dedim. “Mevâlîden mi yoksa Arap mı?” diye sordu. “Mevâlîden” dedim. “Yemâme’nin fakihi kim?” diye sordu. “Yahya b. Ebû Kesir” dedim. “Mevâlîden mi yoksa Arap mı?” diye sordu. “Mevâlîden” dedim. “Şam’ın fakihi kim?” diye sordu. “Mekhûl” dedim. “Mevâlîden mi yoksa Arap mı?” diye sordu. “Mevâlîden” dedim. “Cezîre’nin fakihi kim?” diye sordu. “Meymun b. Mihran” dedim. “Mevâlîden mi yoksa Arap mı?” diye sordu. “Mevâlîden” dedim. “Horasan’ın fakihi kim?” diye sordu. “Dahhak b. Müzahim” dedim. “Mevâlîden mi yoksa Arap mı?” diye sordu. “Mevâlîden” dedim. “Basra’nın fakihi kim?” diye sordu. “Hasan-ı Basrî ve Muhammed b. Sîrîn” dedim. “Onlar Mevâlîden mi yoksa Arap mı?” diye sordu. “Mevâlîden” dedim. “Kûfe’nin fakihi kim?” diye sordu. “İbrahim en-Nehâî” dedim. “Mevâlîden mi yoksa Arap mı?” diye sordu. “Arap” dedim. Bunun üzerine Hişam; “Bu soruya da Arap diye karşılık vermeseydin canım çıkacaktı” diye karşılık verdi. Bu olayda biz, Hişam değil Ata gibi düşünmekteyiz. Zira Allâh hikmeti dilediğine verir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) de; “Din süreyyada olsa bile Farslılar onu elde edecekler” buyurmuştur. Resûlullah (s.a.v.), hadîsiyle bu Müslümanların din uğrundaki gayretlerini açıkça ifade etmiştir. Böyle bir durumda bizim onları kıskanmamız veya onlara kin tutmamız doğru olmaz. Zira onlar Allâh (c.c.)’un bir lutfuna mazhar olmuşlarsa Araplar da başka bir lutfundan istifâde etmişlerdir. Allâh (c.c.)’un başkalarına verdiği lutfu hased etmemiz veya kendi ırkımızdan olmadığı için başkalarının değerini düşürmeye çalışmamız doğru değildir. Aksi takdirde İslâm’ın beyaz ırkla siyah ırk arasındaki farkı ortadan kaldırmasının ve Allâh (c.c.)’un “Allah katında en değerliniz en çok takva sahibi olanınızdır” buyurmasının bir anlamı olmaz. Yoksa bunlar sadece konuşup tatbikini istemediğimiz birer slogan mıdır?
B. Doğumu ve Yetişmesi
Târihçilerin çoğu, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın hicri 80 yılında doğduğunu belirtmektedir.41 Hicri 61 ve 72 yıllarında doğduğu da söylenmiştir. Çoğunluğun görüşü daha isâbetlidir. Târihçilerin çoğu, doğumuyla ilgili şöyle bir olay naklederler: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın babası Sâbit genç abid ve zahitti. Bir gün su kanalından abdest alırken suda gördüğü bir elmayı alıp yedi. Abdest aldıktan sonra tükürdüğünde ise tükrüğünün kanlı olduğunu gördü ve kendi kendine; “Her halde yediğim haram olmalı, yoksa tükrüğümün rengi değişmezdi” dedi ve su arkını takip ederek elma ağacını buldu. Ağacın sahibine durumu anlattı ve yediği elma karşılığında bir dirhem vererek; “Hakkını helal et” dedi. Elma ağacının sahibi onun dînine son derece bağlı olduğunu görünce; “Bir dirhem değil bin dirhem hatta daha fazla versen bile sana hakkımı helal etmem” dedi.
Bunun üzerine Sâbit; “Peki hakkını nasıl helal edersin?” diye sordu. Adam şöyle cevap verdi: “Benim gözleri görmeyen, konuşamayan, kulakları sağır ve yürüyemeyen bir kızım var, onunla evlenirsen hakkımı helal ederim. Aksi takdirde hakkımı senden hesap gününde isterim” dedi. Bir müddet düşünen Sâbit kendi kendine: “Dünya azabı daha kolay ve geçici, ahiret azabı ise daha şiddetli ve ebedi, onunla evlen” diyerek söylendi ve onunla evlendi. İlk karşılaştığında kadın onu çok güzel karşıladı. Sâbit gördüklerine şaşırdı. Zira işiten, gören ve konuşan biriyle karşılaşmıştı. Kadın ona; “Ben falanın kızı ve senin eşinim” deyince Sâbit; “Ben seni babanın bana anlattığının aksine buldum” diye karşılık verdi. Bunun üzerine hanımı; “Evet babam doğru söylemiş, çünkü ben yıllarca evden dışarı çıkmadım, yabancı hiçbir kimseyi görmedim, onlarla konuşmadım” deyince Sâbit durumu anladı ve “Sıkıntımızı gideren Allâh’a hamd olsun, Rabbimiz çok bağışlayandır” ayetini okudu. Tarafgirlik ve taassub sebebiyle bazı târihçiler bu olayı reddetmişlerdir. Ancak ben bu hadîsenin olabileceğini düşünmekteyim. Zira İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın sahip olduğu takvanın bir kaynağının bulunması gerekir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) de; “Evleneceğiniz kadın husûsunda seçici davranınız. Çünkü damarın nereye çekeceği hiç belli olmaz” buyurmak sûretiyle böylesi durumlara işaret etmiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın sahip olduğu zühd ve takvanın kaynağı da bu olmalıdır.
C. Tâbîinden Olup Olmadığı
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın tâbiî olup olmadığı husûsu hanefî yazarlarla diğer mezhep mensupları arasında tartışma konusudur. Hanefîlerin çoğu İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın birçok sahâbe ile karşılaştığını ve onlardan rivâyette bulunduğunu söylerken diğer târihçiler onun gerek Enes b. Mâlik (r.a.) gerekse başka sahâbîlerden rivâyette bulunduğunu reddetmektedirler. Burada söz konusu ihtilafı bir tarafa bırakarak konuyla ilgili Ahmed b. Hacer el-Askalânî eş-Şâfiî’nin açıklamalarını nakledelim. O şöyle demektedir: Zehebî ve diğer âlimler İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın küçük yaşlarında Enes b. Mâlik (r.a.)’i gördüğünü, bizzat İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın da “Enes b. Mâlik (r.a.)’ı defalarca gördüm, o kırmızı kına yakmaktaydı” dediğini ifade etmişlerdir. Muhaddislerin çoğuna göre de tâbiî, uzun süre birlikte olmasa da sahâbî ile karşılaşan kimsedir. Nevevî ve İbnü’s-Salah da bu görüştedir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın Enes b. Mâlik (r.a.)’denüç hadîs rivâyet ettiği de birçok tarikten nakledilmiştir. Ancak hadîs imâmları bu tariklerin hadîs uydurmakla itham edilen râviye dayandığını ifade etmişlerdir.
Hacer el-Heytemî de el-Fetâva’l-Kübra’l-Fıkhıyye isimli eserinde İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın doğum târihi olan 80 yılından sonra Kûfe’ye gelen sahâbîlere kavuştuğunu ve tâbiîlerden olduğunu belirtmiştir. Şam’da Evzâî, Basra’da iki Hammad, Kûfe’de Süfyan es-Sevrî, Medine’de Mâlik b. Enes, Mısır’da Leys b. Sa‘d gibi farklı bölgelerin önde gelen âlimleri kabul edilen İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’nin çağdaşlarının sahâbe ile görüştüğü bilinmemektedir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ise: “İlk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur, onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. Allâh onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” âyetinde övgüyle zikredilen tâbiîlerin önde gelen âlimlerindendir. Menâkıb yazarlarından bazıları ile diğer bir kısımâlim, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın Enes b. Mâlik (r.a.) dışında başka sahâbîlerden de hadîs işittiğini belirtmişlerdir. Bunlara göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın hadîs işittiği sahâbîlerden biri de Amr b. Hureys (r.a.)’dir. Ancak Amr b. Hureys (r.a.)’ın 98 yılına kadar Amr b. Hureys b. Osman b. Abdullah b. Amr b. Mahzûm el-Mahzûmî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i görmüş ve ondan hadîs işitmiş bir sahâbîdir. Resûlullah (s.a.v.) onun başını okşamış ve ona duâ etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) irtihâl ettiğinde Amr (r.a.) henüz bülûğa kavuşmamıştı. Hayatı hakkında yaşadığı husûsundaki bilginin doğru olmadığı, onun 85 senesinde irtihâl ettiği ileri sürülerek, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın ondan hadîs işittiği görüşüne itiraz edilmiştir. Bu itiraza, muhaddislerin çoğunun beş yaşında bile olsa, işittiğini anlayacak seviyedeki çocuğun hadîs dinleyebileceği görüşünü benimsedikleri hatırlatılarak cevap verilmiştir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)ın hadîs işittiği belirtilen sahâbîlerden bir diğeri Abdullah b. Üneys el-Cühenî (r.a.)’dir. Abdullah (r.a.)’ın 54 yılında irtihâl ettiği ileri sürülerek bu görüşe de itiraz edilmiştir. Bu isimde beş ayrı sahâbînin bulunduğu, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın bunlardan birinden rivâyet ettiği belirtilmişse de söz konusu edilen Abdullah b. Üneys (r.a.)’in dışındakilerin Kûfe’ye girmediği de ifade edilmiştir. Bazıları ise İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın; “Ben 80 senesinde doğdum. Sahâbî Abdullah b. Üneys (r.a.) ise Kûfe’ye 94 yılında geldi. Ben onu gördüm ve ondan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Bir şeyi aşırı sevmen gözünü kör, kulağını sağır eder” hadîsini işittim” dediğini nakletmişlerdir. Ancak isnadında mechul râviler bulunduğu ve Abdullah b.Üneys (r.a.)’in Kûfe’ye geldiği fakat İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın doğumundan çok önceleri irtihâl ettiği ileri sürülerek bu habere de itiraz edilmiştir Abdullah b. Üneys el-Cühenî el-Ensârî, Benî Seleme’nin anlaşmalısı olup onların putlarını kıranlardan biridir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın görüştüğü belirtilen sahâbîlerden bir başkası Abdullah b. Haris b. Cüz ez-Zebîdî (r.a.)’dır. Onun 86 senesinde Mısır’da yaşadığı Semnûd yakınlarındaki Ebû Türab isimli bir köyde irtihâl ettiği ileri sürülerek bu görüşe karşı çıkılmıştır. 96 senesinde babasıyla birlikte hac esnasında Abdullah b. Haris (r.a.)’ı Mescid-i Haram’ da ders verirken gördüğü ve ondan hadîs işittiğine dair bizzat İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’dan gelen haber, içlerinde hocalarımızdan eş-Şeyh Kasım el-Hanefî’nin de bulunduğu bazı âlimler tarafından isnadında tahrif, metninde ise kelimelerin yerlerinin değiştirilmesi gibi kusurlarının yanında râvileri arasında yalancıların yer aldığı, ayrıca İbn Cüz (r.a.)’in İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) altı yaşında iken Mısır’da irtihâl ettiği ve bu dönemde Abdullah b. Cüz (r.a.)’in Kûfe’ye girmediği gerekçeleriyle kabul edilmemiştir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın görüştüğü belirtilen sahâbîlerden bir diğeri Câbir b. Abdullah (r.a.)’dir. Ancak Câbir b. Abdullah (r.a.)’ın henüz İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) doğmadan 79 senesinde irtihâl ettiği ileri sürülerek buna itiraz edilmiştir. Bu sebeple İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in Câbir b. Abdullah (r.a.) vasıta Zebîd kabilesinden olup Ebû Vedâa es-Sehmî’nin anlaşmalısıdır. Mısır’a yerleşmiş ve uzun bir ömür yaşamıştır. Câbir b. Abdullah b. Harâm el-Ensârî es-Sülemî (r.a.) babasıyla birlikte Müslüman olmuş, küçük yaşında akâbe biatında bulunmuş, 74 senesinde irtihâl etmiştir. Karısıyla çocuğu olmayan kimseye Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çok istiğfarda bulunmasını ve sadaka vermesini emrettiği, bunları yerine getirince adamın dokuz erkek çocuğu dünyaya geldiğine dair naklettiği rivâyetin uydurma olduğu kabul edilmiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın görüştüğü belirtilen sahâbîlerden biri de Abdullah b. Ebû Evfâ (r.a.)’dir. Onun 87 veya 85 senesinde irtihâl etmesi sebebiyle İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ile görüşmesinin mümkün olamayacağı ifade edilmiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), Abdulah b. Ebû Evfâ (r.a.)’den; “Bağırtlak kuşunun yuvası kadar da olsa bir mescid yapana Allâh cennette bir ev inşa edecektir” hadîsini mütevatir olarak rivâyet etmiştir. Bu sebeple bazı âlimler; “Ebû Hanîfe (r.a.), İbn Ebû Evfâ (r.a.)’den beş veya yedi yaşlarında iken hadîs işitmiş olmalı” demişlerdir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın görüştüğü belirtilen sahâbîlerden bir diğeri Vâsile b. Eskâ (r.a.)’dir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın ondan, biri; “Kardeşinin başına gelen felakete sevinme, Allâh onu kurtarır da Ebû Evfâ’nın asıl ismi Alkame olup Hevâzin kabilesindendir. Hudeybiye ve Hayber’e katılmış, daha sonra Kûfe’ye yerleşmiş ve 87 senesinde orada irtihâl etmiştir. Hayatı hakkında Vâsile b. Eskâ’ b. Ka’b b. Âmir, Benî Leys b. Abdümenât kabilesinden olup Tebük savaşından önce Müslüman olmuş ve ona katılmıştır. Ehl-i suffadan olan Vâsile daha sonra Şam’a yerleşmiş ve 83 senesinde orada irtihâl etmiştir. Aynısıyla seni imtihan eder” diğeri; “Şüphelendiğini bırak, şüphe duymadığına sarıl” olmak üzere iki hadîs rivâyet etmiştir. Bu hadîslerden birincisini Tirmizî başka bir isnadla rivâyet etmiş ve hadîsin hasen olduğunu ifade etmiştir. İkinci hadîs ise birçok sahâbeden rivâyet edilmiş ve hadîs âlimleri onun sahih olduğunu belirtmişlerdir. Vâsile (r.a.)’in 83 veya 85 senelerinde irtihâl ettiği gerekçesiyle İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın onunla görüşmesine de itiraz edilmiştir. Bu itiraza da yukarıdakiler gibi cevap verilebilir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın görüştüğü belirtilen sahâbîlerden bir başkası Ma‘kıl b. Yesar (r.a.)’dir. Ancak onun Muaviye (r.a.) döneminde öldüğü, Muaviye (r.a.)’in ise 60 senesinde irtihâl ettiği ifade edilerek itiraz edilmiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın görüştüğü belirtilen sahâbîler arasında 102 senesinde Mekke’de en son irtihâl eden sahâbî Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsıle (r.a.) 58 ve Âişe bint Acred (r.anhâ)’da bulunmaktadır. Ancak bunlara da itiraz edilmiştir. Zehebî ve İbn Hacer’in bu husûstaki açıklamaları şöyledir: Aişebiye’den önce müslüman olmuş ve Beyatü’r-Rıdvan’a katılmıştır. Daha sonra Basra’ya yerleşmiştir. İrtihâl târihi ihtilaflıdır. Buhârî en son verilen irtihâl târihinin yetmiş olduğunu ifâde etmektedir. Ebu’t-Tufeyl Hz. Peygamber (s.a.v.)’i seksen yaşlarında iken görmüş ve kendisi 102 senesinde irtihâl etmiştir.
Bint Acred’in sahâbî olduğu bilinmemekte, hatta böyle bir râvi de tanınmamaktadır. Bu sebeple İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın Hz. Peygamber (s.a.v.)’in; “Allah’ın yeryüzündeki en kalabalık yaratığı çekirgedir. Ben onu yemiyorum fakat haram da kılmıyorum” anlamındaki sahih hadîsini ondan rivâyet ettiği kabul edilmemiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın görüştüğü belirtilen sahâbîler arasında 88 senesinde irtihâl eden Sehl b. Sa‘d (r.a.), 91 senesinde irtihâl eden Sâib b. Hallâd b. Süveyd (r.a.), 91, 92 veya 94 yıllarında irtihâl ettiği belirtilen Sâib b. Yezid b. Saîd (r.a.), 96 senesinde irtihâl eden Abdullah b. Büsre (r.a.), 99 senesinde irtihâl eden Mahmud b. Rebî’ (r.a.), 80 senesinde Humus’ta irtihâl ettiği için İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ile görüşmesine itiraz edilen Abdullah b. Ca‘fer (r.a.), 81 yılında Humus’ta irtihâl ettiği için İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) Habeşistan hicretinden sonra doğan ilk müslümandır. 85 senesinde irtihâl ettiği de zikredilmektedir. ile görüşmesine itiraz edilen Ebû Ümâme (r.a.) de zikredilmektedir.
İbn Hacer el-Heytemî konuyla ilgili açıklamalarını şöyle tamamlamaktadır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın menâkıbı hakkında hacimli bir eser yazan son dönem muhaddislerinden biri bu konuda şöyle demektedir: Hadîs âlimlerinden birçok kimse İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in herhangi bir sahâbîden hadîs işitmediğini kesin olarak ifade etmişlerdir. Bunlar, Ebû Hanîfe (r.a.)’ın İmâm Ebû Yusuf, İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, Abdullah b. Mübârek, Abdürrezzak gibi önde gelen talebelerinin muhaddislerin önem verdikleri ve övündükleri bir durumu mutlaka zikredeceklerini, böyle bir durumun ise söz konusu olmadığını belirtmişlerdir. Bu sebeple İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in herhangi bir sahâbîden hadîs işittiğini belirten bir haberin isnadında ya yalancı bir râvi bulunmakta veya başka bir kusuru sebebiyle kabul edilemezdir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın Enes b. Mâlik (r.a.)’i gördüğü ve bazı sahâbîlere yetiştiği ise doğrudur.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın sahâbeden hadîs işittiğine dair Aynî’nin iddiasını bir başka hanefî eş-Şeyh Kasım el-Hanefî reddetmiştir. Ebû Hanîfe (r.a.)’ın yetiştiği sahâbîlerden hadîs almamasının sebebi, Şa‘bî’nin ilimde başarılı olacağına dair uyarısına kadar ilimle değil ticaretle uğraşması olmalıdır. Hadîs ilmiyle asgari seviyede ilişkisi olan bir kimsenin bunun aksini iddia etmesi mümkün değildir. İbn Hacer’in sözünü ettiği muhaddisin açıklamasının özeti bundan ibarettir. 66 İbn Hacer açıklamasını naklettiği muhaddisin kim olduğunu belirtmemektedir. Ancak sözü edilen bilgileri aktardıktan sonra yaptığı; “Muhaddislerin râvisinin diğerlerinin bilmediğine vakıf olduğu gerekçesiyle muttasıl olarak yapılan rivâyet, mürsel veya munkatı nakledilene tercih edilir şeklindeki kuralı Aynî’yi desteklemektedir” şeklindeki açıklaması sözünü ettiği muhaddisin kimliğini ortaya koyar mahiyettedir.
Bize göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın mezhebine mensup bulunmayan dolayısıyla taassub söz konusu olmayan bir âlimin konuyla ilgili yaptığı yukarıdaki inceleme son derece önemlidir. İbn Hacer, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın on beş sahâbîyi gördüğünü veya onlara yetiştiğini tesbit etmiştir. Ayrıca o İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın herhangi bir sahâbiyi görmediği veya onlardan hiçbir hadîs işitmediği tarzındaki itirazları da reddetmiştir. Bu bilgileri verdikten sonra iki nokta üzerinde durmamız gerekecektir. Birincisi İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın temyiz yaşlarında bazı sahâbîlerle karşılaşması, ikincisi ise ilme yöneldikten sonra geç irtihâl eden sahâbîlerle karşılaşma imkanının bulunması husûslarıdır.
Birinci noktayla ilgili şunları söyleyebiliriz. Muhaddislerin çoğuna göre tâbiî, uzun süre birlikte olmasa da sahâbe ile karşılaşan kimsedir. Nevevî ve İbn Hacer bunun en doğru ta‘rif olduğunu ifade etmişlerdir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın Enes b. Mâlik (r.a.)’i gördüğü sabittir. Buna karşı çıkan da bulunmamaktadır. Muhaddislerin karşı çıktığı husûs, sahâbe hayatta iken küçük yaşta bulunması ve ilimle meşgul olmaması sebebiyle İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın sahâbeden hadîs rivâyet etmesidir. İkinci nokta hakkında ise şu açıklamaları yapabiliriz. Genel kabule göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) 96 senesinde on altı yaşlarında iken ilimle meşgul olmaya başlamıştır. Bu yıllarda hayatta kalan sahâbîler Abdullah b. Hâris b. Cüz, Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsıle, Sâib b. Yezid b. Saîd (r.a.e.), bir görüşe göre ise Abdullah b. Büsre (r.a.) ve Mahmûd b. Rebi (r.a.)’den ibaretti. Bu durumda İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın ne zaman ve kaç kere haccettiğini, bu sahâbelerle nerede ve ne zaman karşılaştığını araştırmamız gerekecektir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) birçok defa haccetmiştir. 96 senesinde gittiği ilk haccında Mekke’de İbn Cüreyc’le karşılaşmış, Atâ ve diğer âlimlerden hadîssüre kalarak İmâm-ı Mâlik (r.a.)’dan hadîs almıştır. Bu süre içinde İmâm-ı Mâlik (r.a.) de kendisinden hadîs almıştır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) son defa gittiği hacda herhangi bir sahâbî ile karşılaşmış mıdır? Târihçiler Enes b. Mâlik (r.a.)’i beş veya sekiz yaşında Kûfe’de gördüğü husûsunda ittifak etmiştir. Mısır’da 85 senesinde irtihâl eden Abdullah b. Haris b. Cüz (r.a.)’in İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ile karşılaşması ise mümkün değildir. 73 Mekke’de 97 senesinde irtihâl eden Mahmud b. Rebi’ (r.a.) ve Mahmud b. Lebîd (r.a.)’ı İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ilk haccında görmüş olabilir. Kureyşin anlaşmalısı Sâib b. Yezid (r.a.) de aynı sene Mekke’de irtihâl etmiştir. Abdullah b. Ebû Evfâ (r.a.) Kûfe’ye yerleşmiş ve 86 veya 87 senesinde burada irtihâl etmiştir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), özellikle Kûfe’de bulunduğu sırada ondan hadîs işitmiş olabilir. Sehl b. Sa‘d es-Sâidî (r.a.) ise Medine’de en son irtihâl eden sahâbî olup kaynaklarda, 91 veya 96 yıllarında irtihâl ettiği kaydedilmektedir. Zehebî, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın Enes b. Mâlik (r.a.) ile görüştüğünü kabul etmektedir. İbn Hacer el-Heytemî’ye göre Enes b. Mâlik (r.a.) dışında Abdullah b. Ebû Evfâ, Sehl b. Sa‘d, Ubeydullah b. Üneys ve Amr b. Hureys (r.a.e.) olmak üzere dört sahâbîyi daha görmüştür. Süyutî ise Enes b. Mâlik, Abdullah b.Üneys, Abdullah ez-Zebîdî, Câbir b. Abdullah, Ma‘kıl b. Yesar, Vâsıle b. Eska’ ve Âişe bint Acred (r.a.e.) olmak üzere yedi sahâbî ile karşılaştığını söylemiştir. Yukarıda İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın on beş sahâbî ile karşılaştığına dair İbn Hacer’in bazı kaynaklardan yaptığı nakli zikretmiştik. Biz çoğunluğun da benimsediği gibi İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ebû Evfâ ve Amr b. Hureys (r.a.e.)’le karşılaştığı görüşündeyiz. Bazıları muhalefet etse de bize göre Ebu’t-Tüfeyl Âmir b. Vâsıle (r.a.)’den rivâyette bulunduğunda da şüphe yoktur. Bütün bu bilgilerden sonra bize göre Ebû Hanîfe (r.a.) tâbiînden olup aksini ileri süren ise onun sahip olduğu bu fazileti kıskanmaktadır. Kendileri Şâfiî olan Zehebî, İbn Hacer el-Heytemî ve Süyutî’nin İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in hem sahâbeyi gördüğü hem de onlardan rivâyette bulunduğuna dair açıklamaları da bizim görüşümüzü desteklemektedir.
D. Fizikî ve Ahlâkî Yapısı
Târihçiler İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in orta boylu, delil getirme yeteneği güçlü, sesi güzel, fizikî yapısı itibariyle mükemmel olduğu husûsunda ittifak halindedir. 78 Oğlu Hammad’ın onu uzun boylu, esmer, tatlı simalı, sorulmadıkça konuşmayan, heybetli ve kendisini ilgilendirmeyen husûslara iltifat etmeyen bir kimse olarak tanımladığı nakledilmiştir.79 İbn Dükeyn ise şöyle demiştir: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) tatlı simalı, sakalı, görünüşü, elbisesi, ayakkabısı güzel, vakar sahibi, heybetli, cömert, güzel kokudan hoşlanan bir kimseydi. Evinden çıktığı zaman insanlar kendisini görmeden güzel kokusunu alırlardı. 80 Bazı târihçiler de oğlu Hammad’ın onu şöyle tanımladığını naklederler: Onun görünüşü güzeldi. Elbisenin ve kokunun en güzelini tercih ederdi. Bunları tâbii olarak yapar, zühde aykırı davranmazdı. Böyle davranmak sünnet ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ittibadır.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın ahlâkı hakkında gerek ilk, gerekse son dönemde birçok âlim eser yazmıştır. Bu eserlerde onun âbid, takva ve hilmedilen menâkıblardır. es-Seyyid Afifî’nin Hayâtü’l-İmâm Ebî Hanîfe, Ebû Zehra’nın Ebû Hanîfe Hayâtühu Asruhu ve Arâuhu isimli eserleri, Abdülhalim el-Cündî’nin Ebû Hanîfe Batalü’l-Hürriyye ve’t-Tesâmüh’ü ve burada sayılamayacak kadar birçok eser de son dönem âlimleri tarafından kaleme alınmıştır. Cömert, hocalarına saygılı, talebelerine karşı şefkatli, ilim öğrenmek ve öğretmekte sabırlı olduğu kaydedilir. İbadeti hakkında Zehebî şöyle demektedir: Geceleri ibâdet yaptığı, teheccüdü terketmediğine dair haber tevâtür seviyesindedir. Çok ibâdet etmesi, kıyam yapması sebebiyle “direk” anlamında “veted” diye isimlendirilmiştir. Otuz sene bir rekatta Kur’ân’ı hatmederek gecelerini ihya etmiştir. Ayrıca kırk sene akşam abdestiyle sabah namazını kıldığı da bilinmektedir. İbnü’l-Mübârek’in belirttiğine göre gecenin çoğunu ağlayarak ve ibâdet ederek geçirirdi.
Mis‘ar b. Kidam onun gece ibâdetini şöyle anlatır: Onu sabah namazını kılarken gördüm. Namazdan sonra öğle namazına kadar diğer insanlarla birlikte ilimle meşgul oldu. Öğle namazından sonra ikindiye, daha sonra akşama ve yatsıya kadar tekrar ilimle meşgul oldu. Ben içimden “Nâfile ibâdete zaman ayıracak mı?” diye geçirdim ve takip etmeye başladım.
İnsanlar dağılınca damat gibi giyinerek mescide girdi ve sabaha kadar namaz kıldı. Sabah vakti olunca elbiselerini değiştirdi ve sabah namazını kıldı. Bu defa içimden “geceyi ibâdetle geçirdi gündüz ne yapacak?” diye geçti ve takip etmeye başladım. Ertesi gün de hiçbir değişiklik olmadan aynısını tekrar etti. Gece tekrar takip ettim önceki gecede yaptığı ibâdetlerini aynen tekrar etti. Sonra onu ben veya o ölünceye kadar takip etmeye karar verdim. Onun oruç tutmadığı gün ve uyuduğu gece görmedim. Sadece öğledenönce bir miktar uyurdu. Mis‘ar b. Kidam’ın kendisi de İmâm A‘zam Ebû Hanîfe (r.a.) mescidinde secde halinde irtihâl etmiştir. 85 Şerik ise şöyle anlatır: Bir sene onunla birlikte oldum. Yatağa yattığını görmedim. Bir gece namazında sabaha kadar “Bilakis kıyâmet onlara va‘dedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır” âyetini, bir başka gece “Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu” âyetlerini sabaha kadar tekrar etti. Onun ibâdet hayatı hakkında ümmü veledi de şu açıklamayı yapmıştır: Tanıdığımdan bugüne kadar geceleri yattığını görmedim. Yazın öğle ile ikindi arasında, kışın ise mescidinde gecenin ilk saatlerinde bir miktar uyurdu. Öğrencisi İmâm Ebû Yusuf bu şekilde ibâdet etmesinin sebebini şöyle anlatmaktadır: Birlikte yürürken bir adamın; “Bu, geceleri uyumayan İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’dIr” dediğini işitti ve; “Allah (c.c.) insanlar arsında benimle ilgili böyle bir anlayış yaygınlaştırmış,
Allâh (c.c.)’nun beni bundan farklı görmesi uygun olur konuşmalarında yalancı çıkarmayacağım” dedi. Menâkıb yazarları bu husûsta birçok bilgi nakletmektedir. Bunların bir kısmında ittifak bir kısmında ise ihtilaf etmektedirler. Nakledilen bazı bilgiler ise burada tartışmayı bile uygun bulmadığımız derecede tuhaflıklar ihtiva etmektedir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın hilmi ve başkaları hakkında kötülük üşünmediği, çirkin söz söylemediği hakkında da haberler nakledilmiştir. İlmî tartışmada bulunduğu bazı kimselerin hakkında “bid‘atçı ve zındık” dediklerini kendisine haber veren kişiye; “Allah (c.c.) seni affetsin, Allâh benim öyle olmadığımı biliyor. Bunlardan dolayı kimseyi kınamıyorum. Allâh’ın bunları cezalandırmasından korkuyor ve onları affetmesini umuyorum” dedi ve ağlamaya başladı, sonra da bayıldı. Kendine geldikten sonra adam ona; “Hakkını helal et” dedi. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) da; “helal olsun” diye karşılık verdi. Aleyhinde birçok kimsenin konuştuğu kendisine haber verilince; “Cahil kimselere hakkımı helal ediyorum. Âlimlerin konuşmaları ise böyle değildir. Zira âlimlerin konuşmaları kendilerinden sonra da etkili olur.” diyerek karşılık verdi. Bir adam ağlatmak için ona; “Allah’tan kork” demişti. Bunun üzerine o önce irkildi, başını önüne eğdi sonra adama; “Allah hayrını versin, ilimleriyle kendilerini beğendiklerinde onların Allâh (c.c.)’ya yönelmelerini temin etmek amacıyla insanlar her vakit kendilerine Allâh (c.c.)’u hatırlatan birine ihtiyaç duyarlar. Ben ise Allâh (c.c.)’un beni hesaba çekeceğini çok iyi bilmekteyim ve kurtuluş için mücadele ediyorum.” dedi. İbnü’l-Mübârek Süfyân es-Sevrî’ye; “İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) gıybet etmekten son derece uzaktı, onun, düşmanlarının gıybetini yaptığını dahi görmedim” deyince Süfyân es-Sevrî; “İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) sevaplarını gıybetle boşa çıkarmayacak kadar akıllıdır” diye karşılık verdi.
Kaynaklar İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın kendisinden her isteyeni ve ihtiyaç sahiplerini boş çevirmeyecek şekilde cömert olduğunu ittifakla kaydederler. Nitekim onun cömertliğini Süfyan b. Uyeyne şöyle anlatır: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) çok sadaka verir, istifâde ettiği her şeyden başkalarına da pay ayırırdı. Bir defa gönderdiği hediyelerin çokluğu beni şaşırtmıştı. Bu durumu talebelerinden birine anlatınca; “Bu çok mu? Saîd b. Ebû Arûbe’ye gönderdiği hediyeler bundan çok daha fazlaydı. O hemen her muhaddise iyilikte bulunmuştur.” diye mukabele etti. Mis‘ar b. Kidam da; “O kendisi veya ailesi için giyecek veya yiyecek bir şey alacağı zaman aynısını önce âlimler için alırdı” demiştir. Önde gelen talebesi İmâm Ebû Yusuf şöyle anlatır: İyilikte bulunduğu için kendisine teşekkür edenlere; “Allah (c.c.)’ya şükret, çünkü bu O’nun gönderdiği bir rızıktır” derdi. Bana ve aileme yirmi sene baktı. Bir gün; “Senden daha cömert bir kimse görmedim” deyince o; “Sen Hammad’ı görmedin, onda güzel huyların hepsi vardı” karşılığını verdi. Şakîk de İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’da şahit olduğu şu olayı anlatır: Birlikte yolda giderken bir adam onu görünce yolunu değiştirdi. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) arkasından bağırarak adamı yanına çağırdı ve yolunu niçin değiştirdiğini sordu. Adam; “Sana on bin dirhem borcum var, uzun zaman geçmesine rağmen ödeyemedim. Ödeme imkanım da yok. Bu sebeple senden utandığım için yolumu değiştirdim” dedi. Bunun üzerine İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.); “Bütün mesele bu mu? Hepsini sana hediye ettim. Artık beni görünce yolunu değiştirme, beni gördüğünde rahatsız olduğun için de hakkını helal et” dedi. O zaman anladım ki İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) gerçek bir zâhittir.
Sonuç itibariyle çağdaşları onun güzel ahlâklı ve takva sahibi olduğunda ittifak etmiştir. Nitekim İbnü’l-Mübârek; “Kûfe’ye geldiğimde en zahidiniz kimdir? diye sorduğumda “İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)” cevabını aldım” demiş, Mekkî b. İbrahim de; “Kûfelilerle uzun süre birlikte oldum, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’den İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın çağdaşı olan Ebû Leys Şakîk, Âsım b. Kuleyb’den rivâyette bulunmuştur. Hayatı hakkında daha takvalı kimse görmedim” açıklamasını yapmıştır.
Önde gelen âlimlerin İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın takvasıyla ilgili açıklamalar, bunlardır. Bu bilgileri mezhep taassubuyla nakledildiği endişesini engellemek amacıyla özellikle Hanefi mezhebine mensup olmayan âlimlerin eserlerinden aktardım. Zehebî’nin Hanbelî olmayanlara, özellikle ehl-i re’ye karşı tavrı bilinmektedir. Talebesi İbnü’s-Sübkî’nin onun hakkında; “Zehebî’nin Hanbelîlerle ilgili övgüsü ile Eş‘arîler hakkındaki zemmi dikkate alınmaz” şeklindeki açıklaması da bu tutumunu ifade etmektedir. Bununla birlikte yukarıda Zehebî’nin onu diğerlerinden daha çok övdüğünü ve faziletiyle ilgili herhangi bir şey gizlemediğini gördük. Bizim burada naklettiklerimiz ise onun söylediklerinin ancak onda biridir. Araştırmamızda Şâfiî, Hanbelî ve muhaddislerden muhaliflerinin de İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ı övdükleri sonucuna vardık.
E. İrtihâli ve Hakkında Yazılan Mersiyeler
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın irtihâli, hayatının son günlerinde kitaplara geçtiği ve insanların gündeminde olduğu için târihin kayıt dışı bırakamayacağı bir şekilde meydana gelmiş, âlimler için de darbı mesel olmuştur. Târihçilerin ittifakla kaydettiklerine göre Halîfe Mansur onun kadı olmasını istemiş ve bunda ısrarlı davranmış, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ise bu isteği redderek asla kabul etmeyeceğine dair yemin etmiştir. Bunun üzerine halîfe hapse atılmasını ve baskı yapılmasını emretmiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın buna aldırış etmemesi üzerine her gün on kırbaç vurulmasını emretmiştir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ı annesinin üzülmesi dışında bu baskı türü de etkilememiştir. Hapiste annesinin durumuna üzülerek gözyaşı döken İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.), duâlarıyla sürekli Allâh (c.c.)’ya sığındı. Çok geçmeden Allâh (c.c.)’nun rahmetine kavuştu.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın hayatını yazanların çoğu halîfe Mansur’u, onu hapishanede öldürdüğü, yiyeceği veya içeceğine zehir kattığı tarzında suçlamaktadırlar. Bazıları ise halîfe Mansur’un ayaklanmasından korktuğu İbrahim b. Abdullah b. Hasan b. Ali b. Ebû Talib’i desteklemesi sonucunda insanların da ona taraftar olacağı endişesiyle İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ı siyaseten öldürdüğünü kaydetmektedir. Bu ihtimal söz konusu olmakla birlikte ihtilaflı olması ve kesin bir delil bulunmaması sebebiyle bunun doğruluğunu şüpheyle karşılamaktayız. Her nasıl olursa olsun sonuçta; “Allah (c.c.) İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’a ve İslâm ümmetinin diğer âlimlerine geniş rahmetinden ihsan etsin” diye duâ etmekten kendimizi alamıyoruz.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın başkentteki cenâzesine hemen bütün ümmet katılmış, cenaze namazı defalarca kılınmıştı. İnsanların ağlamaları ise uzaklardan işitilebilmekteydi. 99 Âlimler, şairler kaynaklarda cinler de dahil edilir onun irtihâline ağlamış ve mersiyeler yazılmıştır. Duâlarının kabul edildiğine inanılan Sadaka el-Mekâbirî, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın defnedilmesinden sonra Hayzerân mezarlığında üç gece gaipten gelen şu sözleri dinledim demiştir:
Fıkıh ilmî öldü, artık fıkıh bilginiz kalmadı Allah’tan korkun da onun yerini doldurun Ebû Hanîfe en-Nu‘man öldü
Şimdi karanlık geceleri kim ihya edecek?
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) hakkında Abdullah b. Mübarek’in mersiyesi ise şöyledir:
Ebû Hanîfe (r.a.)’ın şeref ve hayrının her gün arttığını,
Âlimlerle tartışmalarında hep doğruyu söyleyip tercih ettiğini,
İnsanları akıllıca değerlendirdiğini gördüm. O halde onun bir benzeri var mı?
Hocası Hammad’ı kaybetmemiz yetmişti bize, Onun irtihâli ise çok daha felaket oldu bize, Sorulduğunda Ebû Hanîfe’nin ilminin yüceliğini anladım.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) hakkındaki bir başka mersiye şöyledir:
Nu‘man sabah aydınlığı gibi parlayarak Kûfe’den doğdu,Allah kendisinden râzı oldu, insanlar ona tâbi oldu, Takvanın lideri ve tâcı oldu,İslâm dîni sıkıntıya düştüğünde, Onun reçetesi ve çâresi oldu. Hidayet ortamı zayıflayıp sıkıntıya düştüğünde, Nu‘man’ın mezhebi güçlendirip canlılık kazandırdı. Cehâlet ve bid‘at kapıları açılınca, onları yok eden de o oldu. Bulutların karanlığını açtı, şiddetli sıkıntıları giderdi. Rabbü’l-âlemîn ona ebediyette kâfurla karışık bir kadehten şerbet içirdi.
Ebü’l-Müeyyed Harizmî’nin yazdığı mersiye de şöyledir:
Ebû Hanîfe bütün dünyayı kaplayan ilimlerin kaynağı,
İlimlerde insanların önderi, menâkıp ve haberleri nakledilenidir.
Nu‘man, en faziletli ümmetin sönmeyen kandili, Mahlukat bir cisim, ümmet onun gözü, Ebû Hanîfe ise ümmetin göz bebeğidir.
Biyografi veya menâkıbını yazanların muhafaza ettikleri bunun gibi birçok mersiye bulunmaktadır. Taraftar olmak ithamına muhatap olmamak için bu kadarını nakletmekle yetiniyoruz. Yukarıdaki mersiyeyi de gerçekten yana olduğumuzu belirtmek üzere nakletmiş bulunuyoruz. Çünkü her millet, görüş ve yaklaşımları farklı da olsa önderleriyle övünür. Bizim de Ebû Hanîfe (r.a.)’ın fazilet ve menkıbelerini zikretmememiz, farklı görüşte olduğu gerekçesiyle bunları görmezlikten gelmemiz doğru olmaz. Böyle bir tutum aksine binlerce delil de olsa bildiğinden vazgeçmeyen cahillerin yapacağı bir davranıştır. Biz ise burada kendiliğimizden delilsiz herhangi bir açıklamada bulunmadığımız gibi Allah hepsine rahmet etsin İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın muhaliflerinin görüşlerini de esas aldık.
F. Fazileti ile İlgili Hadîsler
Biyografi ve menâkıb müellifleri İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın faziletini ifade eden veya buna işaret eden üç hadîs kaydederler. Aşağıda bunları ayrı ayrı ele alıp âlimlerin bunlarla ilgili açıklamalarına yer verdikten sonra sıhhatleri hakkındaki görüşümüzü ortaya koyacağız.
“İlim süreyyada da olsa Fars’lı biri onu elde edecektir” rivâyeti, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın faziletiyle ilgili olarak zikredilen birinci hadîstir. Bu lafızlarla Ahmed b. Hanbel tarafından rivâyet edilmiştir. O, hadîsi reyre (r.a.) isnadıyla rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ayrıca hadîsi birçok yerde Farslı birileri, “Fars’lılardan birçok kimse” şeklinde de rivâyet etmiştir. Buhârî, “İmân süreyyada olsa Selman el-Fârisi (r.a.)’yi kastederek bunlardan bazı kimseler ona ulaşır”; Müslim, “Din süreyyada olsa Farslı biri veya Farslılardan biri ona ulaşır”; İbn Hibbân, “İlim süreyyada olsa Farslı bazı kimseler onu elde eder” lafızlarıyla rivâyet etmişlerdir.
Heysemî’nin, Ahmed b. Hanbel rivâyetiyle ilgili değerlendirmesi şöyledir: Ahmed b. Hanbel isnadda yer alan Şehr b. Havşeb’in sika olduğunu söylemişse de bu ihtilaflıdır. Diğerleri ise sahih hadîs râvilerindendir. Bu değerlendirmeye göre Ahmed b. Hanbel rivâyeti hasen bir hadîstir. Diğer rivâyetler ise Sahihayn’da yer almaktadır. Bu durumda hadîsle kastedileni tespit etmek gerekmektedir.
Hadîste İslâm dînine girecek ve süreyyada da olsa dine sarılacak olan Farslılardan bahsedildiğinde herhangi bir şüphe yoktur. Hadîste yer alan “din” her ikisini zikreden rivâyet de sahih olduğu için hem îmân hem de ilim olarak yorumlanmıştır. Ahmed b. Hanbel rivâyetinde hadîste zikredilen özelliğe sahip kimsenin Farslı olacağı tahsisi söz konusudur. Süreyyada olsa bile ilim ve dîni elde edecek olan dünyayı ilimle dolduran, Müslümanların bin seneden bugüne mezhebiyle amel ettiği kimse değilse kimdir? Üstelik gerek geçmişte gerek günümüzde Hanefî mezhebi İslâm devletlerinin resmi mezhebi kabul edilmiştir. Bu kimse bir rek’atında Kur’ân’ı hatmeden takva sahibi kimse değilse başka kim olabilir? İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını kılmamış mıydı? Daha sonra baş kadı olan talebesine yirmi sene bakmamış mıydı? Bütün uzuvlarında îmân, ilim ve dîni hisseden, baskılara boyun eğmeyen ve önüne serilmesine rağmen dünyayı reddeden Fars’lı Ebû Hanîfe (r.a.) değilse kimdir? Çoğu âlimlerin de ifade ettiği gibi bu kimse tartışmasız İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’dır. Bu konuda farklı bir görüş ileri süren kimse insanları tanımıyor, selef âlimlerine değer vermiyor demektir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) tâbiînden olduğuna göre nasıl selef kabul edilmez, selef o değilse başka kimdir?
İkinci hadîs Abdurrahman b. Avf (r.a.)’den rivâyet edilmektedir. Onun nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yüz elli senesinde dünyanın zineti ortadan kalkacaktır.” İbn Hacer el-Heytemî bu lafızlarla hadîsi bulamadığını ve uydurma olduğunu belirterek hadîsin,“Yüz yirmi beş senesinde dünyanın zineti ortadan kalkacaktır” lafızlarıyla Bezzar tarafından rivâyet edildiğini kaydetmiştir. Mecmau’z-Zevâid isimli eserde ise şu bilgiler verilmektedir: Onu Ebû Ya‘lâ ve Bezzâr rivâyet etmişlerdir. İsnadında yer alan Mus‘ab b. Mus‘ab zayıf bir râvidir. Fettenî, İbn Arrâk ve Süyutî onun son derece zayıf bir râvi olduğunu belirtmişlerdir. Bu rivâyet sahih olsa bile İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın irtihâliyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Rivâyette yer alan “yüz elli senesinde” kısmının mezhep taassubuyla uydurulduğu ortadadır.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) ile ilgili nakledilen üçüncü rivâyet; “Ümmetim içinde ismi Nu‘man künyesi Ebû Hanîfe olan biri çıkacaktır. O ümmetimin yıldızıdır, O ümmetimin yıldızıdır, O ümmetimin yıldızıdır” şeklindedir. Bu rivâyet farklı lafızlarla birçok kimse tarafından kaydedilmiştir. İbn Adiy bu rivâyeti el-Cûbârî diye tanınan Ahmed b. Abdullah b. el-Herevî’nin tercümesinde “Sünnetim, ümmetim içinde ismi Nu‘man b. Sabit, künyesi Ebû Hanîfe olan biri vasıtasıyla tekrar canlanacaktır” lafızlarıyla nakletmiş ve râvisi el-Cûbârî’nin hadîs uydurduğunu da belirtmiştir. İbn Hib- bân’ın el-Mecrûhîn’deki rivâyeti ise şöyledir: “Ümmetim içinde Muhammed b. İdris isminde biri gelecek ve ümmetime iblisten daha zararlı olacaktır. Ümmetim içinde Ebû Hanîfe isminde bir kimse daha gelecek ve ümmetimin yıldızı olacaktır.” İbn Hibbân bu rivâyeti Mesruk b. Saîd et-Temîmî’nin hayatını verirken nakletmekte ve “O uydurma rivâyetleri, güvenilir râvilere nispet eder” açıklamasını yapmaktadır. Söz konusu rivâyeti Hatîb el-Bağdâdî Târîh-u Bağdad isimli eserinde İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’ın hayatını verirken nakletmekte ve; “Bu hadîs uydurmadır, Muhammed b. Saîd ed-Devrakî onu rivâyette tek kalmıştır” açıklamasını yapmaktadır. İbnü’l-Cevzî de el-Mevzûât isimli eserinde sözü edilen rivâyeti farklı lafızlarla naklettikten sonra; “Bunların hepsi uydurmadır” demektedir.
Tenzîhü’ş-Şerîa isimli eserinde bu rivâyeti nakleden İbn Arrâk da; “İsnadındaki el-Cûbârî yalancı olarak yeterlidir” değerlendirmesini yapmaktadır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) hakkındaki bu rivâyetin uydurma olduğu ortadadır. Kaynaklarda şâfiî mezhebine mensup birinin İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’a hakaret etmesi üzerine Hanefi mezhebine mensup olan el-Bûrakî’nin bunu uydurduğu zikredilir. Bu çeşit uydurmaların sebebi, milletlerin ilerlemesini engelleyen ve dine zarar veren taassubdur. Âlimlere hakaret etmesek herhangi bir zararımız olmaz. Ama ne yazık ki biz, herhangi bir gerekçesi de olmadan birilerini övmek, diğerlerine hakaret etmekle ömür tüketmekteyiz. Allah’ım bizi ve Müslümanları dosdoğru yoldan ayırma.